31 Ocak 2012 Salı

Adana Demirspor


 Adana Demirspor yıllardır 2lig'de, peki neden böyle? Demirspor futbolun endüstriyelleştiği, çirkin bir oyun olduğu, şikenin futbol için doğal bir unsur edildiği günümüz Türkiye'sinde adeta direniyor.

 Demirspor bir halk takımıdır.Bir tutkudur Adana Demirspor, Muharrem Gülergindir, Bekir Çınardır, Füzel Selamidir, şimşekler çakarken bu şehre, sırılsıklam ıslanmaktır tribünlerde, bazen hüzündür; kaçan trenlere benzer, yitip gitmeyecek bir sevda şarkısıdır Demirspor dillerde, kilometrelerce yol kat etmektir bu aşk için, asi bir yumruktur arsızlara, yüreğinden tren geçenlerin takımıdır Demirspor,  yalın ayak sokaklarda bir topun peşinden koşan çocuğun gülüşüdür, dükkanını yeni kapatmış bir tamircinin yağlı elbisesiyle maçı izlemesidir Demirspor,   güzel bir kadının edası kadar büyülüdür. Skor odaklı bir sevda değildir bu,  takımı 4.golü yediğinde daha çok desteklemektir tribünlerde Demirspor. Çocuklara Demir isminin koyulmasının tek müsebbibidir. Üç büyük takımı tutmanın pohpohlandığı cıvık spor gündemimizde bir soluktur. Yenilmez armadadır Demirspor.  Yüreği aşkla yoğrulmuş bir şehrin mavi lacivert renklerle bezenmiş büyük bir destanıdır  Adana Demirspor.

30 Ocak 2012 Pazartesi

ONURLU BİR YAŞAM İÇİN ÖLEN KOT TAŞLAMA İŞCİLERİ #kottaslamaiscileriolmesin

 Kot taşlama işcisi bir genç  daha silikozis hastalığından vefat etmiş. Bu insanlar neden ölüyor?  Bizler giydiğimiz kotlar üzerimizde daha şekil dursun diye ölüyor bu insanlar bilmem  farkında mısınız? Bizim umursamazlığımız onları izbe bir bodrum katında kot taşlamaya mahkum ettiği için ölüyor bu insanlar.

 Onurlarıyla yaşamak istedikleri için ölüyor bu insanlar, evlerine gittiklerinde çocukları sıcak bir yemek yesin, sıcak bir yatağa girsin diye ölüyorlar.Hırsızlık, vergi kaçakcılığı, sahtekarlık yapmadıkları için ölüyor bu insanlar. Rüşvete, şikeye bulaşmadıkları için hastalanıyorlar, tek istedikleri çalışmak olduğu için emeklerinin karşılığında ailelerine birazcık para götürmek istedikleri için ölüyor bu insanlar, sessiz bir çığlık atarak, kimse tarafından görülmeyen, karanlık bir dünya'ya hapsedilerek... Medya maymunu olmuş taşlanmış kotlarınızın reklam aralarında ölüyor bu insanlar. Yaşamın ucuz olduğu, insanların ceplerinde biriken paraların insan hayatından daha önemli olduğu bir ülkede yaşamanın utancını bizlere yaşatarak ölüyorlar.

 Eee çalışmasınlar onlar da o zaman diyenlere gelsin. Siz hiç işsiz kaldınız mı? Eve gittiğinizde eşinizin size meraklı gözlerle baktığı hiç oldu mu? Çocuğunuz yatağına hiç aç bir karınla girdi mi? Size bir şey söyleyeyim mi? Evinde çocuğu aç bekleyen bir baba bu hayatta her şeyi yapar, kot taşlama işcileri gibi onurlarını yaşamlarından üstün tutan insanların sonu da bu oluyor işte, bizler iğrenç umursamazlığımızla onların ölümünü salt gazetelerin 3.sayfalarında şaşkın şaşkın izliyoruz, bu insanlar ölüyorlar, birer birer geride gözü yaşlı anneler, eşler, çocuklar bırakarak sadece onurlu bir yaşam istedikleri için kendilerine ölüyorlar.  Bizler, biz tüketim toplumunun son beyaz kot giyen yamyamları, bu insanların ölümüne bir "son" veremiyoruz.

 Giydiğiniz her beyaz kotun üzerinde yaşanmamış bir hayat var. Umutlarla dolu, gözü yaşlı insanlarla, onurlu insanların son çırpınışlarını yansıtan yaşanmamış  koca bir hayat. Bu iğrençliğe ortak olmayalım. Taşlanmış kotların insanların hayatlarını karartmasına izin vermeyelim, giymeyelim, giydirmeyelim.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Twitter

https://twitter.com/#!/yazardarthvenom

Kitap

 İnci sözlük'te canımın sıkıldığı bir gece gelin lan hikaye anlatıyorum diye düşünerek başladığım hikayenin üzerinden yaklaşık 1 ay geçti. Bu süreçte binlerce insan tarafından okundu hikayem, binlerce insandan da mail aldım, hikayeye başlarken böyle bir süreci hiç tahmin etmemiştim aslında. 2-3 kişiye anlatırım canımın sıkkınlığı geçer diye düşünmüştüm, olaylar hiç tahmin etmediğim bir şekilde çok hızlı gelişti. Yazmış olduğum hikayeyi beğendiklerini söyleyen bir yayınevi bu yazdıklarımı kitap haline getirip kendilerine yollamamı istedi.

 Hayatımda daha önce hiç kitap yazmadım. Elimde şu an 177 sayfalık bir taslak var. Bu taslağın üzerinde çalışıp hikayeyi oturup baştan yazacağım, anlatmadığım olaylarla, birçok ayrıntıyla, hikayenin orijinaline sadık kalarak kitap formatı haline getirip yayınevinin benden istediği şekilde onlara yollayacağım.

 Bunun için heyecanlıyım, bakalım nasıl gelişecek süreç...

23 Ocak 2012 Pazartesi

DANIŞIKLI DÖVÜŞ

 Adana'da eylül ayı geldiği zaman insanları tatlı bir telaş sarar, bu teleş salça telaşıdır. Kırmızı biberler satışa çıkar, insanlar biberleri alır, temizler, bir güzel makineden geçirir sonra damlara sererler, salça kuruduktan sonra bir güzel yemeklik salçalarını oluştururlar. Bu salça bir sonraki seneye kadar yeter genelde ailelere, bu böyle her eylül ayı yinelenir. Biber satıcılarına gün doğar eylül aylarında. Hele birde o yıl biberler pahalanmışsa, keyiflenirler. Neşelerine neşe katarlar.

 Geçen  eylül ayı, bir semt pazarında bir köşeye oturmuş, sohbet eden iki biber satıcısına kulak kesilmiştim.  Kolları dövmeli sarışın genç bir adam şapkalı yaşlı olan bir  adamla  anlaşma yapıyordu, fazla sert vurma ama ha yumruğu, tamam sen benim şurama vur, ben orada bağırırım, çok bağırmalıyız çok, yıkmalıyız ortalığı. Buna benzer şeyler söylüyorlardı birbirlerine, ilk başta anlamamıştım olanları. Pazar sakindi, biber satıcılarının sayısı epey çoktu.

 Genç sarışın olan adam ne vuruyorsun be diye bir anda bağırdı, yaşlı adam bir yumruk attı, bu az önce sohbet eden iki adam bir anda birbirlerine tekme tokat girişmeye başladılar, bir anda ana baba günü oldu tezgahın orası, kavgayı duyan gelmeye başladı biber tezgahına , öyle böyle değil. Nasıl kavga ediyorlar anlatamam, küfürler gırla.

 Bir süre kavga ettikten sonra bu iki adamı kavgadan ayırdılar. Genç olanın burnu kanıyordu, genç adamı epey hırpalamıştı yaşlı adam. Diğer biber satıcıları uzun uğraşlar sonucunda barıştırdı onları, bu arada  kavga için tezgaha gelmiş olan insanlar biber kaça diye sormaya başladılar, az önce tezgahın önü bomboşken bir anda iş yapmaya başladı satıcılar. O kalabalığı gören insanlar da burada satılan biberde bir şey var ki insanlar toplanmış burada diyerek epey bir kalabalık oluşturdular. 1-2 saate de tüm biberlerini bir güzel sattılar.

 Ben, biberlerden arta kalan çuvalları toplarken bu iki adama yaklaştım. Onları kavga etmeden önce duyduğumu söyledim, adam güldü, ne yaparsın yeğenim dedi, ha? ne yaparsın, ekmek parası işte, o benim oğlum, her eylül ayı, işler baktık kötü, sinek avlıyoruz, kavga çıkarırız, birbirimize ezeli düşman gibi yumruk sallar, kavga ederiz, sonra kavgayı duyan gelir, duyan gelir, baktık epey insan toplanmış, bir kalabalık oluşmuş, kavgaya bir son veririz, kalabalık kalabalığı gördükce gelir, işlerimiz açılır, tüm biberlerimizi satarız, evin yolunu tutarız. Ne yaparsın? Ekmek parası işte.

 Bu baba ve oğula şaşkın şaşkın bakarken biraz ileride kurulmuş bir biberci tezgahından bağırış çağırışlar geliyordu. Sanırım yine bir biberci kavgaya tutuşmuştu. Sarışın olanın suratında kocaman bir gülümseme oluştu.

19 Ocak 2012 Perşembe

Cono Mahmut

- Bir cono için hayatta hırsızlıktan başka çare yoktur,  dedi adam,
- Nasıl yani dedim?
- Şimdi ki gençler uyuşturucu işine de giriyor ama bu bize aykırı,
- Aykırı mı?
- Evet, biz çalarız, bizim işimiz hırsızlıktır. Bizim bildiğimiz tek şey budur. Bir cono çaldıkca yaşam bulur, bir cononun hayatı budur.

Adana'da sayıları gün geçtikce azalan cono aşireti mensuplarından biriydi bu garip adam. Hiç çekinmeden hırsızız biz demesi ve bunu övüne övüne söylemesi çok dikkatimi çekmişti, conoların hırsızlıklarıyla övündüklerini çok duymuştum ama birinci kişinin ağzından duymak beni dumur etmişti:

 - Bütün Adanayı soyup soğana çevirdik, yeni yetişen gençlerimizi Adana kesmiyor artık, Ankara İzmir, İstanbul gibi büyük illere kaçıyorlar. Oralarda müşteri çok.

 - Peki sen çalıyor musun? dedim
 - Çalıyorum
 - Çalıyor musun? (adam o kadar rahat ki, şaşırmıştım)
 -  Ne sandın ya? Elbette çalıyorum, dedim ya benim işim bu, ben çalarım. Ben hırsızım.
 - Sence bu ne kadar doğru?
 - Doğru derken dedi, anlamayarak afal afal baktı.

 Adamın hayatı öyle bir hayattı ki etik, ahlak, kanun ne unutmuştu tamamen. Konuşmaya başladı,

 Biz çocuklarımızı çok küçük yaşta eğitmeye başlarız, bakma sen bana, yıllar evvel karpuz gibi bir çocuğum doğmuştu. Tombiş tombiş, ahh! bir görsen. Adını babamın adı Mahmut koyduk, bunu ufacık yaşta öyle bir eğitmeye başladım ki, bir marifet bir marifet sorma gitsin, iki dakikada cebini boşaltır, evini elli altıya çevirir,  ruhun duymaz,  öyle bir çocuktu, erken atıldı işe, gün geçtikce de hünerine hüner kattı, az demedi çaldı, çok demedi çaldı, çaldı da çaldı. Ünü tüm conolar arasında konuşulur oldu, kahraman gibiydi bizim için o, ahh ahh ne çalardı be, çok güzel bir çocuktu yeni yeni serpilmeye başlamıştı, gözü yükseklerdeydi, bitmek bilmeyen bir hırs ve azimle işe gidip geliyordu, iyi iş çıkarıyordu, yeni yetişen çocuklara örnek olarak gösteriliyordu hep.  Bende gurur duyuyordum evladımla, o çaldıkça artıyordu gururlanmalarım.

 Eee sonra dedim adama meraklı meraklı bakarak. Peki ya sonra?

 - Vurdular mahmutumu.
 - Vurdular mı?

 - Evet vurdular, büyük bir işe gözünü dikmiş bir gün, bizim Sülo yapma etme demiş mahmutuma, buradan çıkamayız demiş ama dinlememiş Mahmutum, dinlememiş, "tereyağından kıl çeker gibi çıkarım" demiş, dalmış koca fabrika'ya, tam fabrikadan çıkarken bir güvenlik oracıkta bir tane sıkıvermiş beynine mahmutumun, yığılmış kalmış oracıkta.

 Vururlar hiç acımazlar dedi. Gözleri doldu. Hiç acımazlar. Hiç...

 Yürümeye başladı, arkasına bile bakmadın kayboldu gitti gözlerimin önünden bu garip adam.

 Sigara yakmak için  elimi cebime attığımda yeni aldığım ve içerisinden sadece bir tane içtiğim sigaram paketimden eser yoktu.

18 Ocak 2012 Çarşamba

Çingenelerin Arasında

 Adana'nın Merkez Otogarının arka mahallelerine yolu düşenler, yola yakın boş arsalarda onlarca çingenelere ait arabalar görecektir,  ben bazen çingenelerin arasına karışmayı severim, onların arasında gezmeyi, o insanların yaşama tutunuşlarını gözlemlemeyi severim. Bu insanlar yüzlerce yıldır göçebe bir hayat yaşıyorlar, yüzyıllardır, şehrin en kuytu köşelerinde, yaşam mücadelesi veriyorlar, dün de çingenelerin arasına karışmak istedim, dedim ya severim ben çingenelerin arasına karışmayı...

 İçlerinden tanıdığım birkaç kişiye  selam verdim, görseniz o kadar güzel bir şiveleri var ki, o kadar güzel gülümsüyorlar ki, hiçbir sosyal güvenceleri olmayan, ailecek, çoluk çocuk, küçük büyük bir arabanın içerisinde yaşayan, tüm hijyenik koşullardan uzak olmalarına rağmen temizliklerine dikkat eden ve gülümsediklerinde içinizi ısıtan bu insanların sesini kim duyacak?

 - Biz hırsız değiliz kardeş, vallaha da değiliz billaha da değiliz, sabahtan akşama kadar şu plastikleri satmak için çoluk çocuk demeden dolaşır dururuz, türlü hakaretler işitir, yolumuza devam ederiz.

 Bu insanların sesini duyacak olanlar var mı? Çingene olmayı abe demek sanan insanlar mı duyacak bu insanları? Kim duyacak? Bu insanlar çok kötü şartlar altında yaşam sürmelerine rağmen  hala gülümseyebiliyorlar, yeryüzünde çingeneler kadar acı çekmiş buna rağmen hala eğlenceli bir halk var mıdır bilmem ama bu insanlar bu kadar kötü şartlar içerisinde kaderlerine terkedilmeyi hiç hak etmiyorlar, dışlanmayı, hor görülmeyi, önyargılara mahkum olmayı asla hak etmedikleri gibi.

 Ayakları top oynarken yere düşmekten mor mor olmuş çocuğa kaçıncı sınıfa gidiyorsun diye sorduğumda, dişlerini göstererek güldü,

 - Kimliğim yok ki abi dedi, okula gidemiyorum.

 Kimlikleri bile yok, bu ne demek biliyor musun? Bu ülkedeki bütün haklardan yoksun bu insanlar. Sen dizin birazcık ağrıdığında mis gibi doktoruna giderken bu insanlar ölümle pençeleşse bile doktora gidemiyor. Bu kadar basit.

Bu insanlar varlar, bizler görmek istemesek de, birazdan bu yazıyı okuduktan sonra sen unutacak olsan  da, şehrin kuytu köşelerinde unutmuş olsak da dünyalar güzeli bu çocukları, bu güzel insanları,

 Bu insanlar varlar ve bu insanlar bu kadar kötü bir hayatı yaşıyorlarsa bunun sebebi bizim onları hor görmemiz, dışlamamız yüzünden. Başka da bir şey değil.

15 Ocak 2012 Pazar

Açıklama

 Dün gece şöyle bir yazdıklarımı okuyayım dedim ve tüm yazdıklarımı silme kararı aldım. Gece gündüz üzerinde çalıştığım, saatlerimi verdiğim, günlerce evet günlerce verdiğim emeklerim'den dolayı el emeği göz nuru olan yazdığım her şeyi sildim. Sildikten sonra, iyi mi ettim kötü mü ettim diye düşündüm, en efkarlısından bir sigara yaktım ve üzerime de bir hüzün çöktü gecenin karanlığında.

 Neden sildim? Sildim çünkü daha iyisini yazabileceğimi düşünüyorum. Bu kadar basit, yazdıklarım beni tatmin edene kadar da yazıp silmeye devam edeceğim. Bu hikayeyi okuyanlar, okumayı yarıda kesenler veya hiç okumayanlara aynı şeyi söylüyorum: Tekrar yazacağım, en baştan. Bilmediğin o kadar çok şey var ki, anlatmadığım o kadar çok detay var ki, hepsini tek tek yazıp anlatacağım.

 Bana istediğiniz kadar kızmakta haklısınız. Sanırım yazmak biraz vicdansız olmayı gerektiriyor, bu konuda çok gaddarım.

 Özür dilerim. Tekrar yazacağım.

yeniden yazacağım

"tum yazdiklarinizi silin" demiş angutyus, bende öyle yaptım. en iyisini yazana kadar sileceğim.

SİL BAŞTAN BAŞLAMAK GEREK BAZEN