27 Şubat 2012 Pazartesi

Aykut ve Annesi

Gözlerinin altı mor mor olmuş bir kadın bakkal'dan sigara alıyordu. Kadını tanıyordum. Çocukluk arkadaşım Aykut'un Annesiydi: "Aykut nasıl, ne yapıyor? " diye sordum. Kadın Aykut'u sorunca bir an kaşlarını çattı. Yüzünün hali değişti: " Ne sen sor ne ben söyleyeyim evladım Aykut'u" deyince merakım kat be kat arttı. "Anlat teyze hayrola ne oldu?" dedim. Ayak üstü bakkalda konuştuk Kadın ağlamaklı bir sesle biricik oğlu Aykut'u anlattı.


Aykut ileri derecede madde bağımlısıymış. Annesi ilk olarak Aykut'u Amatem'e (alkol ve madde bagimlilarini tedavi merkezi.) yatırsa da, bu Aykut'un sadece bir süre uzak kalmasını sağlamış tinere. Aldığı tedavi bir işe yaramamış. Kurallar gereği madde bağımlıları Amatem'de belirli bir süre kalabiliyormuş zira. Oğlum gözlerimin önünde ölüyor dedi ağlamaklı bir sesle. Gözlerimin önünde ölüyor ve ben ne yaparsam yapayım onu kurtaramıyor bu bataklıktan...Karşımdaki kadın bir anneydi. Çocuğu için her şeyi göze alabilecek, her şeyi yapabilecek kocaman bir yüreğe sahip ANNE. Amatem çocuğunu madde bağımlılığından kurtarmaya yetmeyince oğlu için savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Suçlamasında oğluna çeşitli suçlamalar yöneltmiş lakin aile mahkemesinde görülen dava sonucunda Hakim Aykut'un suçlu olmadığına karar vermiş. Suçlu olmadığı için de Aykut'u hapse atamayacağını belirtmiş. Aykut'un Annesi yalvarmış Hakime, ne olur Hakim Bey oğluma hapse atın diye yalvarmış. Onu hapse atın. Başka türlü olmayacak. Başka türlü uzak durmayacak bu illete, ölüyor gözlerimin önünde, eriyip gidiyor, ne olur, yalvarırım demiş Hakime lakin fayda etmemiş. Şimdi ise her gece dua ediyormuş, oğlum hapise düşsün diye. Düşünebiliyor musunuz? Bir anne, öz oğlunun hapse girmesi için mücadele veriyor...



Kadının kararlılığı, içinde bulunduğum durum tüylerimi diken diken etti.



 Gerekirse başbakana kadar çıkacağım, anlatacağım derdimi. Gerekirse kendimi ateşe verip yakacağım, oğlumu kurtaracağım bu bataklıktan, oğlumu kurtaracağım diye göz yaşları döken tineri bırakması için ne yapıp ne edip ikna edeceğim diyen bir anneydi o...



 Kocaman yürekli.



 Her anne gibi...

25 Şubat 2012 Cumartesi

Anam Babam Mahirin Günlüğü Part 1 --güncellenecektir--

öncelikle şunu baştan söylemekte fayda var, bu hikaye bir devam hikayesi değildir. daha önce yazmış olduğum `8 yıl bir kızın peşinden koştum anlatıyorum ` adlı hikayemi canımın sıkıldığı bir gece sildim. bir kaç tane liseli diyeceğim embesiller yüzünden oldu bu. her neyse, bu hikayede böyle bir şey olmayacak. ben anam babam mahirin günlüğünü buraya tek tek geçireceğim, adım hakan. soluğunuz kesilecek okurken. ibret alacaksınız, şok olacaksınız. Mahirin günlüğünü herkesin okumasını istiyorum. bu günlük tüm insanlık tarafından okunmalı diye düşünüyorum hatta bana kalsa, bu cümlemin çok iddalı olduğunu düşünebilirsiniz, ben öyle olmadığını düşünüyorum,

ve öyle düşünenler...

gelin okuyun.
 herkesin hayatında berbat bir gün vardır. 19 ağustos dediğinizde bir depremzedenin yüreği acır, 11 eylül dediğinizde bir amerikalı anne kan ağlar, bu tarihler belki size bir şey ifade etmez. birilerinin kan ağladığı tarih sizin için en mutlu gününüz dahi olabilir.

kan ağladığım, yüreğimin burkulduğu, başıma bir balyoz gibi inen gün 23 eylül 2003 tarihiydi.


ve bana hak verin!...

anam babam mahirin günlüğü...

başlıyor.

not: mahirin türkçesini anlayabileceğiniz bir türkçe'ye çevirerek yazacağım. konuya, kişilere, olaylara, kesinlikle dokunmayacağım. sadece türkçe'yi anlaşılabilir bir türkçe olarak yazacağım.

 herkesin hayatında berbat bir gün vardır. 19 ağustos dediğinizde bir depremzedenin yüreği acır, 11 eylül dediğinizde bir amerikalı anne kan ağlar, bu tarihler belki size bir şey ifade etmez. birilerinin kan ağladığı tarih sizin için en mutlu gününüz dahi olabilir.

kan ağladığım, yüreğimin burkulduğu, başıma bir balyoz gibi inen gün 23 eylül 2003 tarihiydi.

 O salı sabahı erzincanın en çok bilinen lisesi e.lisesinde babamı görünce içim acıdı. bir şeylerin olduğunu hissetmiştim sanki, hayatımda ilk defa babamı okulda görüyordum çünkü. babamın gözleri sabit bir noktaya bakıyordu.

babama sadece ne oldu diye sordum.

murat abini vurdular dedi.

babam o kadar çok soğuk kanlıydı ki..

olay şöyle gelişmişti. murat abim gece arkadaşlarıyla içmeye gitmişti. içkiyi o kadar çok kaçırmışlardı ki sarhoş olmuşlardı. sarhoşluğunda etkisiyle bir süre sonra birbirlerini küfür etmeye başlamışlar, abimim küfür etmesine sinirlenen en yakın arkadaşı cebinden çıkardığı çakısıyla murat abimi kalbimden bıçaklamıştı.

murat abim bir süre dayansa da yoğun bakımda sabaha karşı hayatını kaybetmişti.

23 eylül salı günü babam murat abini vurdular. dediğinde bir süre bir şey diyemedim.

sadece yere yığıldığımı hatırlıyorum.

toza bulandığımı.

çevreden insanların başıma üşüştüğünü...

sadece bunları hatırlıyorum.

ölüm toza bulanmak gibi miydi? bilmiyorum.

ama soğuk bir şeydi. çok soğuk bir şeydi.

o gün benim beynime bir balyoz indi.

  babam murat abimi toprağa verirken hiç ağlamadı.

 munzur dağı eteğinde küçük bir köydü bizimkisi. babam munzur dağına baktı, tüm ahaliye dedi ki: ey ahali. ben bugün ağlamıyorum. intikamımı aldığım gün oturup ağlayacağım. ben bugün ağlamıyorum ahali. varın gidin beni kötüleyin. gencecik oğlu öldü de ağlamadı deyin. deyin bunu, ayıplayın beni. tüm köy beni konuşsun, deyin. deyin bunu.

ağlamayacağım.

ağlamayacağım ahali.

yemin olsun ki ağlamayacağım.

ama ben söz veriyorum oğlum dedi mezara bakarak. biz ağlıyorduk,

and olsun ki oğlum intikamını alacağım. ve o gün munzur dağına bakıp

hüngür hüngür ağlayacağım.

 tam 40 gün yas tutuldu köyümüzde. babam sakalını kesmedi 40 gün. ağaçlara siyah bezler bağladık. kuranlar okundu. 92 depreminden sonra Adana'ya göçmüş olan akrabalarımız geldiler.

çok sessizdi köyümüz.

abimi vuran adam, o şerefsiz, o it dölü gitti teslim oldu.

hepimiz sessizdik. siyahlar giyiyorduk. sakalları uzatıyordu büyüklerimiz.

41. gün babam gitti tıraş oldu.

siyah giymeyi bıraktık. abimin anısıyla yaşıyorduk hepimiz.

babam bana, git oğlum, sende amcanlarla adana'ya git. buraya bir kan döküldü. sen benim son oğlumsun. git, var git adana'ya git. burada hiç hoş şeyler olmayacak. dedi

ben bana ne denilirse onu yapıyordum. babam ne derse. küçük, minicik bir bavul hazırlandı. kolonyalarımı süründüm,

anam babam diyorum git dedi babam.

 adana'ya gitmek için amcamlarla trene atladığımızda hayatımda ilk defa erzincan'ın dışına çıkıyordum. kocaman kocaman dağlar gördüm, sincaplar, türlü türlü renklere bürünmüş kuşlar gördüm, sivasın dağlarını gördüm, köpük köpük akan dereleri şaşkın şaşkın izledim. kocaman kocaman tünellerden geçtim, trende yolculuk gibisi yoktu.

aklıma murat abim geldikçe üzülüyordum. annemi, kız kardeşimi ve babamı çok özleyecektim.

murat abimi düşündükçe ölesim geliyordu.

 tren bir yılan gibi kıvrılarak önce sivasa ardından kayseriye vardı. kayseri'de treni değiştirdik. kayseri'den niğdeye ardından adana'ya vardık.

adana'ya indiğimde başım dönmüştü. bu şehir hiç de hayal ettiğim gibi bir şehir değildi. ben adana'yı aynı erzincan gibi, dört tarafı dağlık, küme küme kargaların uçtuğu bir şehir olarak hayal etmiştim hep.

bu şehirde ne dağ vardı ne karga.

hiçbir şey yoktu. çok büyük bir şehirdi. yüksek yüksek binaları gördüğümde amcama insanlar depremden korkmuyor mu burada diye sormuştum.

erzincan'da bir tane bile yüksek bina yoktu. ödümüz kopardı yüksek binalardan.

 adana'da yavuzlar adında bir semtte oturuyordu amcamlar. benim aklım murat abimde ve ailemdeydi.
üzülüyordum yaşadıklarıma. amcamgil 4 çocuklu bir ailedeydi. ne zaman bir komşularına benden bahsetseler herkes bana acıyarak bakıyordu. amcam beni m.m lisesine yazdırdı. ben meslek lisesine yazılmak istemiyordum ama dedim ya, bizde büyükler ne denirse o.

yavuzlar kulağı kesiklerin mekanıydı. adana'da ne kadar psikopat varsa yavuzlardaydı. her türlü torbacılar en çok işi burada yapardı, ben bunları zamanla gördüm. aklım erzincandaydı hep, çok kısa sürede ne boktan bir yere düştüğümü anlamıştım.

yavuzlar çok farklıydı. burası bir pislik yuvasıydı.

köyde ders çalıştığım günlerdeki gibi bir mahir olamazdım ben.

herkes psikopatken saf anadolu çocuğunu oynayamazdım.

olmadım. oynamadım da.

(hakan'ın notu, anam babam mahirin semti: http://www.youtube.com/watch?v=GTlF5uZMjd0)

 okurken dinlemeniz tavsiye olunur: http://fizy.com/#s/152hsx

yavuzlarda okula gitmek için yürüyordum öylece otobüs durağına doğru.

3 kişi geliyordu karşımdan. bir tanesi durduk yere omuz attı bana, yere yığıldım, gülmeye başladılar. artist artis yürüme lan burada, boyunun ölçüsünü almayalım dedi içlerinden biri.

ayağa kalkıp yürümeye devam edecektim ki bir tanesi yumruk attı, bende yumruk atmak isterken karnıma bir tekme geldi. yere yığıldım. üçü birden tekmelemeye başladılar beni. hem dövüyor hem gülüyorlardı.

hiçbir şey yapamadım.

yediğim ilk dayak buydu.

daha sonra adının harun olduğunu öğrendiğim biri geldi yanıma. kaldırdı beni yerden. okula doğru tekrar yürümeye başladım. ceketim toza bulanmıştı. en çok buna sinirlenmiştim. dayak yemek pek koymamıştı. ceketim parçalanmıştı...

ceketim murat abimin ceketiydi.

okurken dinlemeniz tavsiye olunur: http://fizy.com/#s/152hsx

yavuzlarda okula gitmek için yürüyordum öylece otobüs durağına doğru.

3 kişi geliyordu karşımdan. bir tanesi durduk yere omuz attı bana, yere yığıldım, gülmeye başladılar. artist artis yürüme lan burada, boyunun ölçüsünü almayalım dedi içlerinden biri.

ayağa kalkıp yürümeye devam edecektim ki bir tanesi yumruk attı, bende yumruk atmak isterken karnıma bir tekme geldi. yere yığıldım. üçü birden tekmelemeye başladılar beni. hem dövüyor hem gülüyorlardı.

hiçbir şey yapamadım.

yediğim ilk dayak buydu.

daha sonra adının harun olduğunu öğrendiğim biri geldi yanıma. kaldırdı beni yerden. okula doğru tekrar yürümeye başladım. ceketim toza bulanmıştı. en çok buna sinirlenmiştim. dayak yemek pek koymamıştı. ceketim parçalanmıştı...

ceketim murat abimin ceketiydi.  
yavuzlarda okula gitmek için yürüyordum öylece otobüs durağına doğru.

3 kişi geliyordu karşımdan. bir tanesi durduk yere omuz attı bana, yere yığıldım, gülmeye başladılar. artist artis yürüme lan burada, boyunun ölçüsünü almayalım dedi içlerinden biri.

ayağa kalkıp yürümeye devam edecektim ki bir tanesi yumruk attı, bende yumruk atmak isterken karnıma bir tekme geldi. yere yığıldım. üçü birden tekmelemeye başladılar beni. hem dövüyor hem gülüyorlardı.

hiçbir şey yapamadım.

yediğim ilk dayak buydu.

daha sonra adının harun olduğunu öğrendiğim biri geldi yanıma. kaldırdı beni yerden. okula doğru tekrar yürümeye başladım. ceketim toza bulanmıştı. en çok buna sinirlenmiştim. dayak yemek pek koymamıştı. ceketim parçalanmıştı...

ceketim murat abimin ceketiydi.

 harun denen bu çocuk otobüse benimle bindi. gittim yanına oturdum. bana yardım ettiği için çok teşekkür ettim. hangi liseye gittiğimi falan sordu. benden biraz büyük birine benziyordu. söyledim, güldü. neden güldün diye sordum: benim kız arkadaşımın gittiği lisede o lisenin hemen yanındaki c. lisesi dedi. hergün gidiyorum okula aslı'yı görmek için dedi.

hadi ya dedim. evet dedi. aslı'da o lisede dedi.

aslının adını o gün ilk o otobüste duydum.

ilk defa...

arkadaşlar iyi geceler!..yarın yazmaya devam edeceğim..okumayı sakın bırakmayın şok şeyler olacak ileride. daha neler neler var anlatacak...görüşmek üzere yarın. hikaye hakkındaki yorumlarınızı esirgemeyin!

21 Şubat 2012 Salı

Kısa Film -İplenmeyenadam-

Ara sıra "beğendiğim" kısa filmleri blogumda paylaşacağım. İlk kısa film "iplenmeyenadam".

18 Şubat 2012 Cumartesi

SINIR - ADANA DEVLET TİYATROSU

 Sınır Adana Devlet Tiyatrosunun yeni tasarlanan ve bir yıldır oyunların sahnelendiği "fuaye" sahnede oynanan bir oyun.Fuaye sahneyi normal sahneye nazaranla daha çok seviyorum. Oyuncu-seyirci etkileşimi daha güzel kurulabiliyor. Tiyatro'nun aslında her yerde ve her zamanda oynabilen bir sanat olması gerek. Keşke ara sıra tüm sahnelerden alıp Tiyatro'yu sokağa taşıyabilsek. Tiyatro salt belirli bir kesimin gittiği bir sanat olmaktan çıkabilse. Her kesime hitap edebilse. Tiyatro özü itibariyle bunun olması gereken bir sanattır zira. Tiyatro'yu tiyatro salonlarına hapsetmek, tiyatro'nun gücünü sınırlandırır, güçsüzleştirir. Tiyatro salonlarda değil sokaklarda doğmuş, sokaklardan beslenmiştir.


 Oyuna gelecek olursak Doruk Nalbantoğlu ve Mazlum Taşkıran'ın başrolde oynadığı Sınır'a girerken elinizdeki mavi ve kırmızı kartları sınır görevlileri Sabahattin Nazik ve Çağlar Tekman'a vererek giriyorsunuz. Oyun Adanalı yazar Muzaffer İzgü'nün yazdığı bir oyun. Bilinmeyen bir yerde, sınır komşusu bilinmeyen iki ülke; Nevinya ve Sevinya'da geçiyor. Sınırda hayatları kesişen iki askerin, sınırda kalmışların ve sınırda bırakılmışların öyküsünü anlatıyor bize İzgü.



 Vermek istediği mesajlar bakımından mesajını hiç de sizi sıkmadan veren bir oyun Sınır.  Keza ışık, dekor ve müzik bakımından da olmuş dedirtecek cinsten bir tasarım söz konusu. Mazlum Taşkıran'ın oyunculuğundan sıkça bahsediyorum, onun oyunculuğunu anlatacak söz dahi bulamıyorum gerçekten, muazzam bir oyuncu Mazlum. Her rolde bizi o role inandırıyor, gerçek bir oyuncuda bulunması gereken her şey var Mazlum'da. Doruk Nalbantoğlu da etkileyici ses tonu ve güzel oyunculuğuyla Mazlum'a eşlik ediyor. İyi bir ikili olmuşlar oyun içerisinde, birbirlerini iyi tamamlıyorlar.



 Sınır fuaye sahnede oynanan  çerez tadında güzel bir oyun. İzleyin sizde keyif alacaksınız.













16 Şubat 2012 Perşembe

FETİH 1453

 Fetih 1453 beklentisiz gittiğim bir filmdi. İlk gösteriminin bugün saat 14:53'de olduğunu da bugün öğrendim. Bileti alırken yanında afişinin de hediye olarak verildiği bir film Fetih 1453. Sinema salonu tıklım tıklım doluydu, uzun bir aradan sonra bu kadar kalabalık bir salonda film seyretmemiştim. Günler öncesinden rezervasyon yapıp biletlerini almış insanlar vardı. Çok olmasa da önlerden izlemek nasip oldu bize de.
 Film afişinde Devrim Evin'i görünce " Aaa bu Adana Devlet tiyatrosunun oyuncusu lan, defalarca izledim ben bu adamı" diye bir tepki çıktı ağzımdan refleksif olarak. Devrimi "Derya Gülü" adlı oyundaki efsane oyunculuğuyla hatırlıyorum. Geçen sene de Aziz Nesinin ünlü "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz" adlı oyununda bizleri epey güldürmüştü. Bu filmde başrol de oynaması da biraz film biletini almam için en büyük sebep oldu desem yeridir. Fetih 1453 Faruk Aksoy'un yönetmenliğini yaptığı, yamulmuyorsam şimdiye kadar Türkiye'de en çok para bayılmış bir film. Faruk Aksoy'u nedense çok izlenen filmleri yaparken görüyoruz.  Türkiye'de hangi filmlerin izleneceğini çok iyi biliyor Aksoy. Halkı tanıyor desek yeridir. E tabi bu işten iyi de para kırıyor. Her neyse filme gelelim,  filmi izlemek için salona girerken bir beklenti içerisinde olmadığımdan olsa gerek salondan çıkarken güzel bir film izledim düşüncesiyle çıktım. Şimdiye kadar sinemamızda görmediğimiz efektleri, sinema tekniklerini gösterdi bu film bize. Bu açıdan bakıldığında ortaya konan eserin hiç de yabana atılır cinsten olduğunu düşünmüyorum. Film içerisinde birçok duygu verilmiş. Klasik Cüneyt Arkın filmlerinde gördüğümüz Bizansın dışında bir Bizansı izlemek de keza güzeldi . Dövüş sahneleri "olmuş" dedirtecek cinstendi. Gayet güzel çekilmiş, gerilimli sahnelerdi.. Filmin içerisinde bazı küçük mantık hataları var elbette. Her yapımda olduğu gibi, bunları dillendirme meraklıları zaten saflardaki yerini çoktan almıştır. Devrim Evin'in oyunculuğuna gelecek olursak, bu filmde de gayet iyi bir iş çıkarmış ( dikkat  çok az spoiler içerir, kocaman İstanbul fethedilirken Fatih Sultan Mehmet salt izledi mi, cevap evetse bunun tarihi gerçekliği nedir diye sormamız gerek, mantık hatası söylemeyeceğim dedim ama söyledim bak yine de)

 Fetih 1453 neresinden bakılırsa bakılsın Türkiye sineması için önemli bir adımdır. Bu adım birçok sinemacıya yeni yollar açacaktır. İzlemedim demeyin. İzleyin. İyi seyirler.

12 Şubat 2012 Pazar

Adana Demirspor'umuz 1- Eyüpspor 3

 Bir hafta boyunca gerek sosyal medya'da gerek Demirsporun içinde yer aldığı birçok platformda heyecanla beklenen bir maçtı bu: Adana Demirspor Eyüpspor maçı. Adana Demirspor 2.lig kırmızı grubunda geçen hafta lider olan Bandırmaspor'u kendi evinde 10 kişiyle yenmiş, 3.sıraya yerleşerek makus tarihini yeneceği sinyallerini vererek bizleri epey heyecanlandırmıştı. Şimdi yanlış anlaşılmasın, heyecanımız kaçmış değil lakin bugün 5 Ocak Stadyumunda maçı canlı izlemiş biri olarak bir kaç kelam laf edeyim diyorum.

 Maçın başlamasına  saatler olmasına rağmen biletlerin satıldığı büfelerin önünde kuyruk olmuş demirsporlular vardı. O uzun bilet kuyruğunu görünce özlediğimi düşündüm, hoşuma da gitti.Çocuklar, gençler, yaşlı insanlar her kesimden insan kuyrukta sıra bekliyordu vesselam. Adana'da havanın güzel olması, az önce bahsetmiş olduğum gibi takımın ivme kazanmış olması, en önemlisi içlerindeki demirspor sevgisi insanları stadyuma sürüklemişti. Stad tamamen doluydu bugün demiş olsam herhalde abartmam, tıklım tıklımdı tribünler. Bütün bir şehir Demirspor için yerlerini almıştı. Maç gayet güzel başladı. Eyüpspor'u ilk dakikalarda izlerken herhalde 15.sırada yer alan bir takım olarak beraberlik için gelmişler diye düşünürken Erçağ'ın güzel golüyle 1-0 öne dahi geçtik. Erçağ gerçekten bugün benim en çok takdir ettiğim futbolcuydu. Demirspor ruhuna yakışan bir hırsa sahip, yerinde asla durmuyor, koşuyor, defansa, forvete, orta saha'ya yardım ediyor, takımı için adeta savaşıyor desek yeridir. Keşke bugün herkes Erçağ gibi oynayabilseydi. Defans hattımızda Süleyman'ın eksikliği özellikle sol kanatta açık vermemize neden oluyordu. İlhan o kadar kötü başladı ki, kalemizde gördüğümüz ikinci golden sonra teknik direktör (biraz da defansın sol bölgesinde olan açıklığı düzeltmek için olsa gerek) İlhanı oyundan aldı. İkinci yarı o büyük demirspor taraftarının çabası golü getirmedi. Son dakikalar yaklaşırken kalemizde gördüğümüz 3.gol ise skoru belirledi.

 Velhasıl-ı kelam mükemmel bir taraftar vardı bugün 5 ocak stadyumunda. Takımını yine canı gönülden destekleyen, büyük demirspor taraftarı. Lakin oyuncular da taraftar da bulunan arzu ve azmi pek göremedim. Hele o İlyas Çakmak, kendini bugün hiç yormadı desem yeridir.

 Aldığımız bu mağlubiyet bizi şampiyonluk yolunda hiç üzmesin. Önümüzde daha 13 hafta var. Bu taraftar olduğu sürece umudun her daim olduğu gibi.

Pozantı Kar Gezisi

 Kara hasret bir Adanalı olarak 3 arkadaşımla geçen cuma günü, Adana'nın ilçesi Pozantı'ya bir arkadaşımızın yanına gittik. Maksat hem ziyafet hem ziyaret hem de kar olunca güzel bir Cuma ve Cumartesini Dünya'nın en güzel ikinci havasına sahip olduğu söylenen Pozantı'da geçirdik. İşte o geziden geriye kalan bir kaç fotoğraf:






8 Şubat 2012 Çarşamba

MURTAZA- ADANA DEVLET TİYATROSU

Murtaza malumunuz Adanalı yazar Orhan Kemal'in büyük eseri. Orhan Kemal bu eseriyle edebiyatımızda pek görülmeyen bir karakter yaratma işine girişmiş ve gayet güzel bir eser vermiş bizlere. Murtaza romanını da daha önce okuduğum bir eserdi, oyununu izlemek ise bugünlere kısmetmiş.


 Adana Devlet tiyatrosundan beklenilmeyecek bir amatörlükle oluşturulmuş bir dekor vardı bu oyunda. Oyun için yapılabilecek en can alıcı eleştiri de bu bence. Gerçekten Adana'yı pek yansıtmayan bir gecekondu mekanı oluşturulmuş. Aceleye mi getirilmiş, üzerine pek kafa yorulmamış mı bilemeyeceğim ama gerçekten çok kötü bir sahne tasarımı vardı. Bunun dışında yeni yeni tanımaya başladığım ve bana oyunculuğuyla parmak ısırtan bir  Mazlum Taşkıran var ki gerçekten ender bir oyuncu.Mazlumu  "Bir Şehnaz Oyunu" adlı oyunda tanıdım ilk olarak yanılmıyorsam. Orada dikkatimi epey çekmişti lakin Murtaza oyununu tek başına yürüttü desem yeridir, o ne oyunculuk öyle? Her oyuncuda bulunmayacak büyük bir yeteneğe sahip Mazlum. Oyun içerisinde olması oyuna çok farklı bir hava katıyor ve mimikleriyle tüm seyircinin dikkatini üzerine çekmeyi başarıyor. Bundan sonra da Mazlum'un oyunculuğunun çok sıkı bir takipcisi olacağım. Gelecekte çok büyük bir oyuncu olacağını düşünüyorum zira.



 Oyun karakter itibariyle de sıkıcı olduğu için bazı yerlerinde sıkılıyorsunuz izlerken. Bu salt oyun için geçerli olan bir durum değil zira romanını okurken de yer yer sıkılıyorsunuz. Orhan Kemal sanırım biraz bilinçli bir şekilde bunu istemiş. Karakter neresinden bakarsanız bakın sıkıcı bir karakter . Bunun dışında oyundaki müzikalitenin abartılmamış olmaması, müzikalitenin oyunun önemli bir parçası olması (bütünlük sağlaması açısından) güzeldi.



 Murtaza gidip izlenmesi gereken güzel bir oyun vesselam.

7 Şubat 2012 Salı

KAN

  Babamın dükkanında akşam vakti eski bir dostumla telefonda konuşurken, "abi abi abi peçete ver" diyen bir ses duydum. Hemen telefonu kapadım, gençlerin yaşı 16-17 yaşlarındaydı, 3 kişilerdi. Biri yaralıydı ve bacağından oluk oluk kan fışkırıyordu, diğer ikisi ise yaralı olanı tutuyordu. Yanlarına doğru koşarken yaralı gencin gözleri aşağı düştü, küt diye yere düşerek bayıldı. Diğer 2 kişi paniklemeye başladı. Hemen acil servisi aradım, bana soru üstüne soru soran telefondaki kadının sorularına cevap vermeye çalışırken tampon yapmak için kemerimi çıkardım, genç sağ ayağından feci bir şekilde yaralanmıştı, dükkanın önü kan gölüne dönmüştü. Çevreden esnaflar, vatandaşlar toplanmaya başladı.

Telefondaki kadın: Zaten o semte ambulans gönderdik beyefendi biz.

deyip duruyordu. Muhtemelen başka bir ambulanslık olay daha vardı bulunduğum semtte. Kadının bizim başka bir yerden aradığımızı anlaması biraz uzun sürdü. Tampon yaptık, elimizden geldiği kadar içlerimizden bazıları ilk yardım uygulamasında bulundu, bir süre sonra polis geldi. Bir anda her taraf ana baba günü oldu, kanı ve polisin mavi kırmızı dönen ışığını gören geliyordu. Çocuğun gözleri solgun solgun bakıyordu, su içmek istiyordu, oradan biri: "su vermeyin, su zarar verir" demesi üzerine su vermedik, benim pek bilgim yok bu su konusunda, verilir mi verilmez mi, vermeyin diyen kendinden gayet emin göründüğü için vermedik. Hayatımda hiç bu kadar kanı bir arada görmemiştim. Başım döndü, elim ayağım titredi, çok kötü oldum. Gözümün önünden kanın fışkırışı gitmiyordu. Çocuğun bakışları çok kötüydü. Ambulans her zaman ki gibi yine geç kalarak geldi. "Şakalaştık vallahi de billaha da şakalaştık" diye ağlaşan diğer iki genci polis olay yerinde inceleme yaptıktan sonra (fotoğraflar çekildi, çevrildi etraf falan) ekip otosuna attı götürdü. Yaralı çocuk da ambulansa bindirilirken " evet, şakalaştık abi "diyordu polislere baygın bir sesle ama anlamadık bu nasıl bir şaka. Dükkanın önündeki kanı temizlemek bize kaldı, vatandaşlar da mavi kırmızı dönen ışıkla ve suyla temizlenen kanla beraber dağıldı.

"Ölmese bari gencecik çocukmuş, çok da kan kaybetmiş" diyerek.

4 Şubat 2012 Cumartesi