29 Mart 2012 Perşembe

Berberin Çırağı

 Sizde de berberinizden başka bir berberde tıraş olamama durumu var mı? Ayrıca başka bir berberden tıraş olduğunuzda sanki gerçek berberinizi aldatıyormuş duygusu oluşur mu? Berberler bu yönleriyle diğer meslek erbablarından ayrılırlar. Berberlerle sohbet ederken siz farkında olmadan bir dostluk kurarsınız. Bu sohbet de  bir süre sonra "berberis aliskanus" adında bir hastalık oluşturur sizde işte.

Gözleri çipil çipil bakan, 6 yaşındaki,  haftalık 5 TL'ye çalışan sarı saçlı berberin çırağını gördüm bugün. "Nasılsın?" Diye sordum.

İşten yeni çıkmış, 11 çocuklu bir ailenin son çocuğu bizim sarı kafa. "Neden işten çıktın?" Dedim çipil çipil bakan gözlerine bakarak.

 "Abi bana zorla sigara içiyordu müşterilerin yanında, ben içmek istemiyordum, bana haftalığımı vermeyeceğini söyleyerek içmem için ısrar ediyordu. Ben de bir süre sonra sigarayı öksüre öksüre içiyordum. Bana bakarak kahkahalar atıyorlardı. Dükkanın tüm yükü üzerimdeydi, birkaç hafta önce de sobayı yakmaya çalışırken kaşlarımı yaktım bak! (kaşlarını gösteriyordu, gerçekten de yanmıştı) en son beni durduk yere tekme tokat dövünce de tuvalete gidebilir miyim? diye sordum eve gittim. Bir daha da uğramadım berbere. Şimdi çalışmıyorum ama iyiyim abi böyle. Bakalım düzgün bir iş bulabilirsem ona girer, çalışırım."

 Sarı kafa koşa koşa gitti uzaklaştı gözlerimin önünden.

Henüz 6 yaşında bir çocuk. Karşımda sanki büyük bir adam gibi konuşuyordu, kaşları yanmış, gözleri çipil çipil bakan, yüzünde kocaman bir gülümseme olan bir çocuk o. Sarı kafa. Görseniz dünyalar tatlısı.

Berberimi değiştirmenin zamanı geldi.

26 Mart 2012 Pazartesi

"SOS"YAL MEDYA

 Sosyal Medya hakkında herkes ahkam kesiyor. Hakkında tezler yazılıyor, en ucuz şarkıcılarımız twitter'da "tık" sayılarını arttırmak için soyunuyorlar, saksılarıyla fotoğraf çekiliyorlar. Artık günümüz dünyası bu. Gelecekte çok daha büyük bir değişime yönelecek bir çılgınlıkla insanlar çoktan sosyal medya'nın birer parçası olmuş durumda. Bu dünya öyle bir dünya ki, etik, kural mural hiçbir şey  dinlemiyor.

Sosyal Medya'nın insanlar üstünde en büyük etkisi o hepimizin hayalini kurduğu, uğrunda tuğla kalınlığında kitaplar yazıp sakallar uzattığı, insanları eşit bir dünya'ya taşıması oldu. Sosyal medya'da bir statü farkı yok. Herkes eşit. Mesleği ve kazancı ne olursa olsun orada herkes aynı şartlar içerisinde. Bu açıdan bakıldığında sosyal medya sayesinde aralarında derin uçurumlar olan insanlar bile karşılıklı olarak sohbet edebiliyor, fikir alış verişinde bulunabiliyorlar.

 Sosyal medya'nın en büyük sosu yalan. Öyle ki, uydurduğunuz bir şey bir an da binlerce insan tarafından paylaşılabilir, "retweet" edilebilir,  ülke gündemine hatta "Dünya" gündemine girebilirsiniz.

 Onlardan en çok tanıdığımız, geçen sene, şarkıcı İbrahim Tatlıses'in vurulmasından sonra twitter'da kendini İbrahim Tatlıses'in yattığı hastanedeki odasının yanındayım diye twit atan  bir an da herkesin manyakça takip ettiği biri haline gelen, ALİŞAN ALİŞAN.

Video aslında her şeyi açıklıyor. Bir adam  bir akşam bir şey uyduruyor. Bir an da tüm Türkiye'de gündeme oturuveriyor. Bu durumu uzun uzun açıklamanın, derin analizler yapmanın bir anlamı yok. Her şey kabak gibi ortada.



Onlardan biri de yaklaşık dört gün önce tez konusu için  twitter'da Can Bonomo'nun Eurovision'dan çıkarıldığı haberini yapan genç bir kadın. Twitter'a böyle bir iddayı atıp, bir anda neredeyse tüm basının haber konusu olan bu kadın asıl amacının yaratıcılık alanında ödev yapmak olduğunu söylemiş. En son Trt ve Can Bonomo açıklama yapmak zorunda kalmış bu ardı arkası kesilmeyen iddalar karşısında.

 Her şey bu kadar basit işte. Gündem mi olmak istiyorsun? Aç bir twitter hesabı, üç dört kişi takip et, uydur bir şeyler, sen gündemsin işte, bu kadar basit. 

 İnsanları yönlendirmek bu kadar kolay mı? Cevabı yukarıda anlattığım örneklerde gizli bu sorunun. Beni asıl düşündürten şey ise "medya" denilen şeyin elinde bulunan güç.

 Düşünsene büyük bir medyanın başındasın, neler yaparsın neler. Say say bitmez.  Zaten yapmadılar mı? İnsanlar atılan manşetlerle sürgüne gönderilmedi mi bu ülkede?

Artık bu sos hepimizin elinde. İşin asıl ironik olan tarafı da bu. Sosyal medya'da bugün dilediğiniz kişiye, çirkefçe, arsızca, ahlaksızca saldırabilirsiniz. Yapabilirsiniz bunu, çünkü siz bir medya patronusunuz.  Beslendiğiniz şey belli, yalandan beslendikçe bir böcek misali kanlanırsınız.


16 Mart 2012 Cuma

Modigliani


 Onun resimlerinde "boyunlar" hep büyüktür.  En çok çocukluğundan beslendiği sanatında hep bir şeyleri abartma amacı güder. Modigliani sanatı abartının, biçimin kalıp değiştirmesinin sanatıdır.



Yaptığı bazı tablolara şimdi paha biçilemeyen bu adam,  hayatı boyunca tek bir kadını seven bu Livornolu sefalet içerisinde acınacak bir hayat sürdü.

Yaşadığı hayat içerisinde  kendisiyle sürekli sataşan Picasso gibi tabloları satmadı.
 O, sadece bu hayatta çok sevdiği şeyi yaptı: Resim çizdi. Çizdiği eşsiz resimler şimdi çağdaşlarına parmak ısırtsada o bundan hiç faydalanamadı.



Modigliani yaşadığı sefil hayatı bir türlü değiştiremedi ama resim alanında çizdiği tablolarıyla sanat tarihine damga vurdu. Çizim teknikleri sanat tarihinde daha önce görülmemiş, eşine benzerine rastlanılmayan yenilikleri beraberinde getirdi.


Bu büyük Ressam yaşadığı kısacık hayatın sonunda bize hepsi birbirinden güzel onlarca tablo bıraktı. Saatlerce izlenebilecek, seyir zevkine doyum olmayan şahane tablolar.

15 Mart 2012 Perşembe

Suriye

Suriye'de halk ayaklanmasının bugün birinci yılıymış. Arap baharı olarak adlandırılan süreci ne kadar doğru okuduğumuz bir muamma. Suriye'deki olaylara binaen basınımızda o kadar sığ yorumlar yapılıyor ki, sanki hepsi söz birliği etmişcesine aynı şeyleri söylüyor, paylaşılıyorlar. Süreci adam akıllı okuyabilen, meselenin bam teline dokunabilecek bir tane bile çatlak (!) ses çıkaran bir gazetecimiz yok. Hepsi copy-paste gazeteciliklerini bu olayda gösteriyorlar. Farklı sesin olmayışı da bakış açımızı daraltıyor desek yeridir.

Daha düne kadar dost olduğumuz Esad yönetimi, bugün neredeyse can düşmanımız. Öncelikle Suriye'de meydana gelen olaylar bir neden değil sonuçtur. Kökleri yüzlerce yıl geriye gidebilecek bir sürecin sonunda meydana gelen bu olaylar zinciri bizim yanı başımızda oluyor. Bizi ilgilendirmiyor diyerek işin içinden asla çıkamayız.

Bu olayla birlikte Türkiye'ye inanılmaz bir göç hareketi başlamış bulunmaktadır. Son zamanlarda artan bu göç sosyo-ekonomik anlamda Türkiye'de çıkabilecek yüzlerce soruna gebedir. Başlı başına sosyolojik bir incelenme vakasıdır. Misal Adana'da Esad'ın zulmünden kaçan yüzlerce Suriyeli insan var. Suriyeliler burada bir yaşam kurmaya çalışıyorlar. Dilleri farklı, kültürleri apayrı bir coğrafya içerisinde yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Keza yoğunluk Suriye sınırındaki Hatay'da daha fazla lakin bu göç dalgasının Türkiye'nin her yerine yayılması yakındır.

 Suriye'de Esad ve yönetimi çok yalnız. Dünya'da şimdiye kadar her yanlız kalmış yönetim gibi şiddete başvuruyorlar. Çocuklar, kadınlar vahşice öldürülüyor. Koca dünya hayatında iki tane koyun güdememiş Annan'ı Suriye'ye göndermekten başka bir çare üretemiyor.


Suriye'de çocuklar öldürülüyor. Hemen yanı başımızda, dünya tarihine geçecek iğrenç bir katliam yapılıyor. Bir utanç  sergileniyor geleceğe.Yalnız kalmış, eli kanlı Esad şeytanının gözünü çoktan kan bürümüş durumda. Biz ise sadece izliyoruz vahşeti. Elimizden bir şey gelmediği gibi sorunun çözümü noktasında da zaten " Allah belanı versin Esad" demekten başka diyeceğimiz tek şey:

Çocuklar ölmesin.

Formspring Sayfası

Yeni açtığım sayfa: http://www.formspring.me/darthvenom 

sorusu olan beri gelsin :)

12 Mart 2012 Pazartesi

Sen Kimsin?

 Leyla ile Mecnun dizisini izlemeye başladığım günden beri espri çıtamın yükseldiğini, beklentilerimin arttığını düşünüyorum.

Türkiye'de artık komedi adına bir şeyler üreten insanların da bu diziyi göz önünde bulundurarak bir şey ortaya koyması gerek. Eskisi gibi olmaz öyle! Bir Leyla ile Mecnun diye bir gerçek var artık bu ülkede. Tüm senaristlerimize, komedyenlerimize duyurulur! İzlemesen de, beğenmesen de bu gerçeği göz önünde bulundurmak zorundasın.

Sen Kimsin? Hangi amaçla yapıldığını çözemediğim, bir zemine oturmayan, basit bir film. Böyle berbat bir filmi çeken yönetmen, film bittikten sonra heyecanla filmin galasını beklemiş midir? Oyuncular ne hissetmiştir? "Güzel bir filmde oynadım"  tarzında cümleler kurmuşlar mıdır çevrelerindekilere? Nedir bu ya? Çok merak ediyorum.

Filmin senaryosunu kim yazdıysa şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Sen Kimsin? Filmin adı bu! Anladık! Bunu 23093298032 defa vermene ne gerek vardı be ? Ayrıca  hâlâ  var mı o basit sakarlıklara gülen insanlar?

İşin komik tarafı güldürmeye çalışmışlar olmamış, bir şeyler anlatmak istemişler anlatamamışlar, ne idüğü belirsiz, neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan, saçma sapan gereksiz bir film olmuş. Yorum yazarken bile sıkılıyorum, anlayın o derece.

Velhasıl-ı kelam;

Bu filmi izleyeceğinize açın bir bölüm "Leyla ile Mecnun" izleyin.

Kendinize gelin!

(filmle ilgili gece gece yardıran bir entry okudum ekşi sözlük'ten: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=27673226)

Since I've Been Loving You - Led Zeppelin

8 Mart 2012 Perşembe

İŞİTME ENGELLİLER, OKAN BAYÜLGEN VE YENİ MEDYA DÜZENİ

Geçen gün tv'de kanalları değiştirirken TV8'de Neslihan Kurt'u görmenin şaşkınlığını yaşadım bir an. Tanımayanlar için bahsedeyim, Neslihan Kurt Türkiye'nin en iyi "Türk İşaret Dili" tercümanlarından biridir.  Hayatını buna adamış ender insanlardan biridir. Aynı zamanda Neslihan Kurt bana geçen sene 5 ay "Türk işaret dili" eğitimi veren çok değerli bir hocamdır.

 Yolda yürürken; otobüste, metroda, alışveriş merkezlerinde işitme engellileri çok sık görürsünüz. İşitme engellilerin sayısı Türkiye'de yüzbinlerle ifade ediliyor. Ben de geçen sene çevremde o kadar çok işitme engelli insan gözlemlemeye başlamıştım ki bu insanlarla iletişim kurabilmek için özel bir eğitim aldım. Sağolsun Neslihan hocamın bana verdiği eğitimle bugün işitme engelli insanlarla çok rahat bir iletişim kurabiliyorum.

 Bir işitme engelliye kendi dilinde selam vermenin, ona "Nasılsın?" diye sormanın nasıl bir mutluluk olduğunu asla bilemezsiniz. Bu insanlar o kadar uzaklar ki bizim yaşadığımız hayattan, bizler onları kendi kurduğumuz yaşam tarzımızla bizim yaşadığımız dünyadan sınırlıyoruz. Araya kendimiz engeller koyuyoruz.Çoğu işitme engelli insan bu yüzden öfkeli. Onların canı sıkıldığında açıp izleyecekleri bir dizileri yok, onların canı sıkıldığında açıp seyredecekleri bir futbol maçları yok. Onlara seslenen bir medya yok. İşin abes olan tarafı da bu.

Ben işitme engelli bir arkadaşımla oturup neden bir diziyi, futbol maçını izleyemiyorum? Yıl olmuş 2012 bu insanları hâlâ Trt'nin öğle sonrası haber bültenlerine sorumsuzca hapsediyoruz. Böyle bir yayıncılık anlayışının geleceğe kalabilmesi asla mümkün değil.

Kim ne derse desin Okan Bayülgen Türk medyasında adeta devrim niteliğinde bir adım atmıştır. Bu adım Okan Bayülgen için basit medyamız için büyük bir adımdır. Bu adım bizim yeni medya düzenimizi de doğrudan etkileyecektir. Artık nasıl yaşadığımız çağ içerisinde insanların iletişim kurmaları engellenemezse "Yeni Medya"  da  artık herkese seslenmek zorundadır. İşitme engelli insanlar için televizyonda işaret dili tercümanı olması bir ayrıcalık değil her şeyden önce büyük bir haktır.

Bunu görebilen insanlar için yayıncılık anlamında gelecekte çok güzel yollar vardır, göremeyenlerin girdiği yol ise çıkmaz bir yoldur. 

Yeni medya düzeninde sizi "duymayacak" kimse olamaz.

 Her tv kanalında bir işaret dili tercümanı olması dileğiyle.

Not: Okan Bayülgen bu yazıyı twitter sayfasından paylaşmış. Çok teşekkürler :)

2 Mart 2012 Cuma

Taraftar İlkeleri

Adana Demirspor  "Ankara Tayfası" taraftarlara bir çağrı da bulunmuş ve ilkelerimizi konuşalım demiş. Bu yazı da yapılan çağrı üzerine o amaçla yazılmıştır.

Demirspor bir halk takımıdır. Bizi tanımlayabilecek en iyi cümle bence bu. Demirspor dükkanını yeni kapatmış bir işçinin üzeri yağlı elbiselerle stada gitmesidir, Demirspor dersten yeni çıkmış bıyığı yeni terleyen bir dershane öğrencisinin Muharrem Gülergin tribününe girmesi için sırada beklemesidir, Demirspor bir askerin anadolunun ücra bir yerinde  şafak sayarken ranzasının bir köşesine ADS yazmasıdır. Bu takımın sırtını yasladığı bir halk var. Her daim arkasında duran, bazen küsse de, darılsa da yine de kıramayıp maça gelen insanların takımıdır Demirspor. Bu takım hepimizin. Uzun yıllar çok cefa çektik, yeryüzünde bu kadar çok üzüntüye, kedere, talihsizliklere, hüzüne rağmen arkasında bu kadar destekleyicisi olan bir takım bir tane daha var mıdır bilmiyorum. Bizler bunun için de övünüyor değiliz. "Sokakta oynasan kaldırımda destekleriz" anlayışı bu kadar özümüze işlemiş.

Adana Demirspor'da Soner Tolungüç zamanında hiç şans verilmemiş bir Ergün Ulaş vardı. Alt yapıda defalarca gol kralı olmuş biriydi Ergün. Çukurova'nın İbrahimoviçi bile deniyordu kendisine. Süratlı, fiziği yerinde, gol atmak için yanıp tutuşan iyi bir forvet oyuncusuydu. Fanatik bir Adana Demirsporluydu. Demirspor maçını izlemek için kilometrelerce yürüdüğü zamanları bilirim. Gencecik yaşında bir ara A takıma yükseldi. Ne yaptı etti, günlerce çalıştı ama Soner Tolungüç hiç şans vermedi. Bir kere bile şans vermedi. Ergün şans bulamayınca Fethiyespor'a transfer olmak zorunda kaldı. Bizler bu oyuncularımızı kaybedersek ve taraftar olarak bu oyuncular neden oynamıyor, bu oyunculara neden şans verilmiyor diye sormazsak bu futbolcularımız gider böyle. Bizim futbolcularımız bunlar, Demirspor aşığı çocuklar. Sahada savaşacak, canını dişine katacak çocuklar. Nerede bu çocuklar? Nerelere gönderiyoruz?

Bir şeyleri düzeltebiliriz. Belki büyüklerimizin bizlere devrettiği mirası bizler de geleceğe daha iyi emanet edebiliriz.

Nasıl yaparız peki bunu?

- Adana Demirspor için kalıcı gelir kapısı oluşturulmalıdır. Bandırmaspor'un bile kendine ait otoparkı varken Adana Demirspor için kalıcı bir gelir kaynağının olmaması üzücü.

- Alt yapı güçlendirilmelidir. Adana Demirspor'un alt yapı maçlarına daha çok özen gösterilmeli. Adana'da yetişen futbolcular Demirspor'da oynaması için teşvik edilmelidir.

-  A takımda alt yapıdan gelen futbolcuların sayısı arttırılmalıdır.

- Bizler taraftar olarak alt yapıdan gelen oyuncularımıza daha çok sahip çıkmalıyız.

- Adana Demirspor bir görüşün, zümrenin, grubun takımı değildir. Adana Demirspor HEPİMİZİNDİR.

HEPİMİZ taşın altına elimizi koymalıyız. Muharrem Gülergin gibi...Füze Selami gibi...

Demirspor için...

1 Mart 2012 Perşembe

Botaşspor- Kayseri Kaski

 Bugün hayatımda ilk defa bir bayan basketbol maçına gittim. Adana'da soğuk havaya rağmen (alışık olmadığımız cümleler) Adnan Menderes Kapalı Spor salonu neredeyse tamamen doluydu. Elbette bunda Adana Demirspor'un taraftar grubu Şimşekler Grubu'nun etkisi büyüktü.

Maç müthiş bir atmosferle başladı. Botaşspor sahaya Demirspor atkısıyla çıkarak bizlere güzel bir jest yaptı. Maçın ilk dakikalarında başlayan Botaşspor'un istekli oyunuyla  ilk periyodu 24-19 kapattık İkinci çeyrekte fark bir ara 10 sayıya kadar çıkınca  "bu maçı alırız" diye düşünüyordum. İlk karşılaşmada Kayseri bizi 12 sayı farkla yendiği için; fark en az 12 sayı olmalıydı. İkinci yarı  41-33 önde girdik lakin ikinci yarı Kayseri farkı azalttı ve maç sonucunda 71-66 yenmemize rağmen FİBA Eurocup'ta bu skor finale taşımadı bizi. Maçla ilgili aklımda kalacak olan notlar:

-  Şimşekler Grubu destekledikçe destekledi. Bir dakika bile susmadılar. Şimşekler Grubunun olduğu bir yerde başka bir kazanan olamaz.

- Maç sonunda büyük kaptan diyerek çağrılan Nilay Kartaltepe için " İŞTE GERÇEK ŞAMPİYON" tezahüratı kaptanımızı soyunma odasına ağlayarak gönderdi. Maçın en duygusal anıydı o an.

- Courtney Paris 20 ribaund almış. İnanılmaz ribaund alıyor gerçekten. Savaşıyor adeta. Lakin aynı becerisinin el becerisinde olduğunu söylemek zor. Savunması da kötü. Yine de maçın en dikkat çeken isimlerinden biriydi Paris.

- Kayseri Kaski başkanı maç sonucunda Şimşekler Grubunu tebrik etti.

 - Bayan basketbolu gerçekten zevkli bir spor. İzlerken çok keyif aldım, eğlendim.

 Not: Fotoğraf sporcukurova.com'dan alınmıştır.