30 Temmuz 2013 Salı


27 Temmuz 2013 Cumartesi

İnadına

Kendimizi aşmamız lazım. Bizi cehalete bağlayan tüm iplerimizden kurtulmamız, tabuları yıkmamız, sorulamayan soruları sormamız gerek.

Her şeyi sil baştan yazmalıyız. Anlıyor musun?

Eğer çevrende olan birileriyle aynı şeyleri düşünüyorsan, hiçbir farklı düşüncen yoksa,  hayatta hiçbir şey elde edememişsin demektir  bu...

İnadına soru sor, inadına sorgula, inadına oku, araştır!  Sığma kendine! Her şey böyle daha güzel olacak!

                                                                                               Hakan Altay

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Pastacı

- Pastalar ne kadar?
+ 20, 30, 40 değişiyor fiyatlar abi.
- Şu üstü fıstıklı olandan verir misin?
+ Tamam hemen.
- Taze değil mi bunlar? 
+ Evet evet günlük yapılır, daha yeni yapıldı.
- Tamam harika, taze yani?
+ Taze, yerken bana inanın hak vereceksiniz.
 Pasta paket yapılır, eve götürülür, servis edilir, taze değildir. Ekşidir. Aslında bu sorun genel bir sorunumuz bizim. "Taze abi pastalarımız," der adam eve götürürsün ama pasta bayattır. "Harika kestanelerim var," deyip de içi boş kestane satanını da gördüm, astronot olmak istiyorum diyen öğrencisine kahkahalarla gülüp dalga geçen öğretmenini de gördüm, dürüstlükten zerre nasibini almamış  "O an kendimi kurtarayım, yolumu bulayım da dünya umurumda olmaz," diyeni de... 
Tüm sorunumuz bu bizim. İnsanlar mesleklerini iyi yapmıyorlar. Sorun olarak gördüğünüz her ne varsa, şöyle bir bakın, orada kesinlikle mesleğini iyi yapmayan insanlar vardır.
 Ortada bir suçlu arıyorsan al sana işte suçlu bu insanlar; eğer bir şeyleri değiştirmek, daha güzel bir gelecek istiyorsan, önce sahtekar pastacılardan başlamak gerek işe! Asıl sorun bu sahtekarlar; insanları kandıran, yalan söyleyen, yaptığı işe saygısı olmayan, sadece ama sadece anı kurtarmak isteyen buz dağının öteki tarafındaki insanlar.
 Eğer bu pastacılar düzelmeden bir şeylerin düzeleceğine inanıyorsan sadece fazlaca masumsun derim sana. Ne olursa olsun önce bu insanlar düzelmeli. En azından yaptığımız işe karşı dürüst olabilme şerefini gösterebilirsek, gerçekten çok güzel şeyler olacak... Pastacılar düzelmeden hiçbir şey düzelmeyecek!               Hakan Altay
                                                                           

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Davullar, pankartlar, şarkılar, ıslıklar, tezahüratlar bir stadın olmazsa olmazıdır. Stadın ruhu bunlarla şekillenir. Nice çocuğun belleği bunlarla hatıra olur.

5 ocak stadyumunda pankartların olmadığını düşünüyorum da Adana Demirspor'un maçına gittiğim her an gözlerimden bir film şeridi gibi geçiyor. Babam, abim, kardeşim, kız arkadaşım, dostlarım; hepsiyle gittim stada, her maçın hafızamda ayrı bir yeri var, bazen bir yağmurdan kaçarak yetiştim stada, bazen de sıcak bir mayıs günü adana kebabının kokuları arasında yerimi aldım. Hüzün, acı, keder, sevinç, her şeyi yaşadım o stadda. Henüz bu genç yaşımda şöyle oturup düşününce bile yüzlerce anı, fotoğraf geliyor belleğime. "Sula bizi itfaiye," diye tezahürat yapıp İtfaiye ile ıslandığımız, saatlerce kuyruk olup önünde beklediğimiz, son dakikalarına kadar nefesimizi tutarak izlediğimiz maçlar... O pankartlar olmasa sanki tüm bu anılar bir anlamsız olacaktı, eksik kalacaktı.

Sorarım size: Her biri emekle yoğrulmuş, insanların cebinden zar zor arttırdıkları üç beş kuruş paraları toplayarak yaptıkları pankartlar arasında bir maçı izlemenin keyfi başka neyde olabilir ki?

Gelecekte nice çocuğun dünyasına girecek o pankartlar; o yüzden bırakın assınlar o pankartları, assınlar ki iki kelimeyi bir araya bile getiremeyen insanların pohpohlandığı bir TV ortamı içerisinde büyüyen çocuk,  stada geldiği zaman yürekten, emekle yazılmış yürekten iki yazı görsün.

Yarın anlatacak bir anıları olsun; umudun, sevincin, hüznün, kederin ve aşkın edeplice sığdırıldığı pankartlar belleğine işlesin. O çocuk büyüsün! 

Hakan Altay

16 Temmuz 2013 Salı

İnan

Nefret etme! Nefret nefreti doğurur; nefret ederek sadece kendi kuyunu kazarsın.  Şimdiye kadar nefretle kazanan daha olmadı. Öfkeni bir kenara bırak. Öfkeyle de hiçbir şey elde edemeyeceksin.

Affet! Her şeye rağmen bu büyüklüğü göster, affet! Bu kendinle olan bir mücadele, bu dünya, savaşlarla, silahlarla, nefretle, öfkeyle, kibirle, kinle daha iyi bir dünya olmadı, olmayacak da hiçbir zaman...

Daha iyi bir dünya mümkün. Sen nefrete sarılırsan, kolaya kaçarsan olmaz; kinden ve kibirden arın, kıskançlıklarına bir son ver ve kendin haricinde herkesi affet! Bu büyüklüğü göster.

Sait Faik Abasıyanık'ın dediği gibi "Dünyayı güzellik kurtaracak..."

Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı, insanların en yakınındaki insanı bile kıskandığı, nefrete, kibre ve kine sarılmanın bu kadar kolay olduğu bir zamanda, bari sen yapma bunu...

İyiliğe, aşka, sevgiye sarıl. Dünyayı güzellik kurtaracak, inan!

                                                           Hakan Altay

14 Temmuz 2013 Pazar

Şizofrenik Beyinler

Elektronik ürünlerin satıldığı bir mağazaya girdiğinizi düşünün, dikkatinizi en çok ne çeker? Çoğu zaman kendi ihtiyaçlarınızın olduğu reyona gidersiniz ve dikkatinizi de takdir edersiniz ki en çok sevdiğiniz şeyler çeker.  O an en çok neyi istiyorsanız onu incelemek, almak istersiniz. 

Bir olay olduğunu düşünün. Olay yerinde 20 kişisiniz, biri gelse ve size olay hakkındaki düşüncelerinizi sorsa; 19 kişi de  kendisine göre anlatır olayı. Siz de aynı şekilde kendinize göre bir şeyler anlatırsınız. Kendi bakş açınızla bir şeyler söylersiniz. Haklı veya haksız şeklinde bir ayrım yapacaksanız da muhtemelen bu şahit olduğunuz olay hakkındaki düşünceleriniz farklılıklara dayanır. Yorumlarınızda muhakkak ki geçmiş yaşantılarınız ve çevreniz etkili  olacaktır.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. İnsan her durumda isteklerini, tepkisini kendisine göre gösterme eğilimindedir. Bu insanın en bariz gösterdiği bir davranış şeklidir. O an için kendi görüşüne, algılarına, hislerine ve düşüncelerine göre tepki göstermek ister. Lakin gerçek dediğimiz şey çoğu zaman bizim gördüğümüz, hissettiğimiz, algıladığımız ve düşündüğümüz şeyden çok daha farklıdır.  Bu farklılık salt bize özgü bir durum değildir; her insan başlı başına kendine özgüdür.

Hayatın temel dinamiği bu farklılıkların kendisini göstermesiyle mümkündür zira herkesin aynı şeyi düşündüğü bir ortamda düşünceden bahsedilemez. Farklılığın olduğu yerde zenginlik vardır. Tek tip düşüncenin hakim olduğu bir yerden orijinal bir düşüncenin çıkması beklenemez. Bu yüzden farklılıklar tehlike değil bize "hakikate" ulaştıracak olan yollardır.  Hayatı sadece kendimize göre anlamamız mümkün olmadığı için kitap okuruz, film izleriz. Evet, hayat sadece bizden ibaret değildir; bizim yaşadığımız hayattan çok daha farklı yaşayıp, bize hiçbir şekilde benzemeyen insanlar da vardır bu hayatta.

İnsanın olduğu bir yerde farklılıkların olması kadar doğal hiçbir şey yoktur vesselam. Herkesin hayata bakış açısı kendi gerçekliğine dayanır.



Bu resme bakınca ne görüyorsunuz?

Kendi dünyamızın dışına çıkamayıp, körü körüne hayatı yaşayan insan hep "aynı" kalmaya mahkum olur. Kendini yinelemeyen, geliştiremeyen her beyin bir süre sonra yalan olanı gerçek sanabilir. Bu da insanı yalanlarla dolu bir yaşam sürmesine neden olabilir. Öyle ki yalan bir süre sonra bu insanlar için aynı "gerçek " gibi olur. Sorgulamazlar, düşünmezler, soru sormazlar. Yalanın bir parçası olurlar ve biri kendi yalanlarına dokunacak olursa sinirlenirler, öfkelenirler. Bu insanların aslında şizofren hastalarından pek farkı yoktur.

Şizofren hastaları bildiğiniz gibi beyinlerinde "gerçek" olmayan bir dünya uydururlar. Beyinlerinde yaşadıkları dünya kendileri için bir gerçeklik ifade eder ve bu yalan dünyaya tıp "hastalık" der. Beyinlerinden bir dünya uydurmuşlardır zira bu dünya kendi beyinlerinde ait olan dünyadır.

Beyinlerinde yalanlar uydurup tıp bilimi tarafından yaftalanmış şizofrenler bilinir ama bu yukarıda bahsettiğim şizofrenik beyinler pek bilinmezler. Onlar kendilerini belli etmeyecek kadar soft bir şizofrenlerdir; ama beyinlerinde tamamen yalan bir dünya vardır. 

 Albert Camus’nün, Caligula adlı oyunundan bir replik:

"Bir insanın hayatını kaybetmesi, çok da mühim bir mesele değil; zamanı gelince ben, kendiminkinden vazgeçecek cesareti göstereceğim. Ama görmeye tahammül edemediğim, var olmak için bir nedeni olmayan, manadan arındırılmış bir hayat.".



12 Temmuz 2013 Cuma

Sultan Süleymana Kalmayan Dünya

Çok önemli: Yazıyı okurken lütfen bu şarkıyı dinleyin: http://www.youtube.com/watch?v=s3S0SJrBN_g

 Bakıyorum da kibrin ve öfkenin içinde boğuluyorsun. Her gün biraz daha batıyorsun. 

Ne geçecek eline?

Oysa umut etmek için güzel günler vardı. Sen kibri seçtin, dev aynasında baktın kendine, hiç karşındaki insanı anlamaya çalışmadın, empati yapmadın. Gittikçe de yalnızlaşıyorsun.

Yalnızlaşacaksın daha, iliklerine kadar yalnız olduğunu hissedeceksin. Kimseye kalmadı bu dünya; ortalama 60-70 yıl yaşanılan bir hayatta değer mi bu öfke?

Ne gerek vardı bunlara? Oysa iyiliği yaşatmak, umudu yaymak, gülümsemek, aşık olmak vardı. Yalın ayak bir çocukla koşmak vardı, sevince, neşeye, güneşe doğru... Türkü tadında yaşamak vardı hayatı; avuçlarında bir kuşu beslemek, bir köpeğin kana kana su içişini izlemek, Faulkner okumak, kahkahalar atarak gülmek, deliler gibi dans etmek,  insanlara yaşama azmi aşılamak, sevdiğin insanı doya doya öpmek vardı. Kendinle dalga geçmek vardı (şüphesiz bu insanı bir süre sonra eksikliklerini tamamlama ihtiyacına yöneltir ve yüceltir) 

Ama sen ne yaptın? 

Ümit öylece kaldı. Kibri seçtin, öfkene yenildin. Yalnızlaşacaksın. Soğuk bir yalnızlığın ortasında üşüyeceksin.

Çok ciddiye aldın bu hayatı. Sana da kalmayacak bu dünya... İyiliğe kalacak ama; umuda, sevince, yaşama ve yaşatma duygusuna, güzel çocuklara...


8 Temmuz 2013 Pazartesi

Kibir Ve Öfke

Öfke ve kibir yenilgidir. Sevgi ve umut aşıla insanlara. İyilik kendine yaptığın iyiliktir. Kendi ruhuna, özüne, benliğine. Kibir sadece kendinden uzaklaşmanı sağlar ve olduğundan daha farklı biri olduğuna inandırır. Farkında olmadan batarsın, bu yüzden kibir yeryüzündeki hemen hemen her dinde ve felsefi öğreti de yasaklanmıştır. En saçma diye tabir ettiğiniz görüşlerde bile kibir çok büyük ayıp sayılmıştır. Öfke de kibrin sosudur. Şimdiye kadar hiçbir insan bu iki duyguyla mutlu olamamıştır. Yaşamın özü saf sevgiye ve iyiliğe dayanır bu yüzden. Kendine bir iyilik yapmak istiyorsan git görme engelli bir çocuğa kitap oku, işitme engelli bir çocuğa işaret diliyle masal anlat, kütüphanesi olmayan bir köy okuluna kütüphane yap. Seni kurtaracak olan bu, evet sadece bu, yaptığın yardım aslında en çok kendi benliğine olacaktır! -daha iyi bir insan olmak için- Öfke ve kibirle sadece daha çok batarsın! Kendi sonunu hazırlarsın!

                                                                                                       Hakan Altay

1 Temmuz 2013 Pazartesi

6

Sosyal medyadaki en gıcık olduğum tip: Her konu hakkında bir fikri vardır. Hiçbir zaman fikrim yanlış mi diye düşünmez, bildiği doğru onun için şüphesiz doğrudur. Aksi düşünülemez. Düşünülmesi teklif dahi edilemez. Tiyatroya gitmez, kitap okumayı sıkıcı bulur, bale opera gibi sanatlarla aklınca dalga geçer.  Sinema diye bildiği şey düşük çözünürlükle izlediği filmlerdir.  Tartışmaya bayılır. Yeter ki tartışsın, karşısındaki insana derdini anlatmak için küfür de dahil her türlü yolu dener.

Velhasıl-ı kelam, ego mastürbasyonu yapmaya bayılan, biraz daha akıllı olsa geri zekalı olabilecek sığ beyinli bu tipleri görür görmez engelleyin. Kitap okumayan bir insanla asla tartışmayın. Değmez.

                                                         Hakan Altay

Karalama

Hayat alışkanlıklarımız üzerine kurulu. Bu alışkanlıklarımız bizi bir süre sonra yaşam içerisinde bazı ön yargılara götürebiliyor.

Farkında olsak da olmasak da bir süre sonra hayatımız tamamen alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdan ibaret oluyor. Bu da bizi bencilleştiriyor.  Bu bencillik bir süre sonra empati yoksunluğuna kadar varabiliyor. Hayatın sadece kendimizden ibaret olduğu yanlışına sürükleyebiliyor. Bize benzemeyen her insanı potansiyel bir tehlike olarak görmemize yol açabiliyor. Oysa  hayat sadece bizden ibaret değil; hayatın içerisinde birçok farklılıklar var. Bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi giyinmeyen, bizim gibi içmeyen, bize hiçbir şekilde benzemeyen insanlar da var bu hayatta. Bu insanların sayısı her zaman da bizim sayımızdan çok daha fazla. O insanlar ne potansiyel bir tehlike arz ediyor ne de yanlış bir hayatı yaşıyorlar. Herkes kendisi için en doğru hayatı yaşıyor. Bize göre doğru olan bir şey, başkası için çok yanlış olabilir, keza aynı şekilde bizim için çok yanlış olan bir şey de başkası için çok doğru olabilir. Bir şeyin doğru ya da yanlış olması kişiden kişiye göre değişebilir vesselam. Lakin gerçek farklıdır. Gerçek bir hayatı kimin yaşadığını asla bilemeyiz. Bizim doğrumuz bizim için gerçeklik arz ettiği için o yaşamı sürdürürüz ya peki doğru dediğimiz hayat gerçek değilse? Tamamen yalanlar üzerine bir hayat inşa etmişsek kendimize? Yalanlar üzerine inşa edilmiş bir hayat yaşanmaya değer bir hayat mıdır?

Soruları arttırabiliriz. Burada asıl bilmemiz gereken nokta şu: Eğer yaşadığın hayatın, inandığın şeylerin ve hayata baktığın pencerenin "herkes için en doğrusu," olduğuna inanıyorsan tipik bir kaybedensin. Hayatın boyunca her daim kaybetmeye mahkum bir hayatı yaşarsın. Sana benzemeyen insanlara bu yüzden saygı duymak zorundasın. Bu karşındaki insana sunduğun bir lüks değil aksine kendine duyduğun saygının bir göstergesi. Kendin olmanın bir gereği, kendini gerçekleştirmenin ön koşulu.

Aksi takdirde yaşayacağın hayat yaşanmaya değmez bir hayat olacaktır.