Balıkçılar arasındayım. Onları izliyorum; sahilde balık satan bir abi var. Yanında da Fizik bölümünden mezun olmuş bir oğlu. Onlarla sohbet ediyorum. 17 yıldır bu işi yapıyormuş abi. Anlatıyor da anlatıyor. "Neler neler gördüm şu sahilde," diyor; anlattıklarını dinleyince hani gerçekten de: "Neler neler görmüş be abi," diyorsunuz. 17 yıl, dile kolay. "17 yıldır her gün buradayım, herkes tanır beni burada," diyor. Oğlu da katılıyor ona kafa sallıyor. O da işsizmiş, babasıyla beraber bu işi yapıyorlarmış.
Sohbet ederken dikkatimi bir çocuk çekiyor. Ufacık, esmer bir çocuk da yalnız başına balık tutuyor. Ben deyim 8 siz deyin 9 yaşında. Yanına gidip selam veriyorum. Beni umursamıyor bile önce. Tekrar selam verince kafasını kaldırarak "Selam" diyerek geçiştiriyor, yaşını soruyorum, "13" diyor. Gülüyorum. "Vallaha 13," diyor, gene gülünce "Tamam tamam 8 yaşındayım" diyor. Gülüyorum tekrar. "Kaçıncı sınıfa gidiyorsun?" diye soruyorum. "Okula gitmiyorum, kimliğim yok," diyor.
Bir süre sohbet ediyoruz. Bana 3 kardeş olduklarını, babası olmadığı için kimliğinin olmadığını bu yüzden de okula gidemediğinden bahsediyor.
O da her gün buraya gelenlerdenmiş. Bazen 2-3 tane balık tutabiliyormuş. Eğer evlerinde yağ olursa ki böyle zamanlarda kendisini hani çok şanslı hissediyormuş, kızartıp yiyorlarmış balığı. Kardeşleri balığı çok seviyormuş. Hiç kimse çalışmıyormuş evlerinden, bunları duyunca ona daha fazla soru sorup canını sıkmak istemiyorum.
Bizim balık malzemeleri satan abinin yanına gidiyorum: "Baran fena çocuktur. Aslan parçası aslan, babası bu 3 çocuğu bıraktı bir kadınla kaçtı," diyor.
3 kilo balık satın alıp Baran'ın yanına gidiyorum.
"Adının anlamını biliyor musun?" diye soruyorum. "Yok" diyor. "Yağmur" deyince gülüyor. Sen Kürtçe biliyor musun? diye soruyor. Hayır bilmiyorum; ama Baran ismi çok güzel bir isim, çok severim ben bu ismi diyorum. Ben de zaten biliyordum ismimin anlamını, sana bilerek bilmiyorum dedim diyor ve sesli bir şekilde gülüyor.
Al sana benim tuttuğum balıktan vereyim diyerek aldığım 3 kilo balığı uzatıyorum. Şöyle bir küçümseyerek bakıyor bana, almam, satın aldın sen bunu biliyorum yalan söyleme diyor.
Çocuk sanki büyümüş de küçülmüş. Nasıl oluyor da bu ufacık çocuk bu kocaman yüreği taşıyor aklım almıyor doğrusu.
Biraz daha sohbet ediyoruz. "Bu ne ki, biz burada boşuna balık tutuyoruz, bak şu giden gemiler var ya, kocaman gemiler, işte asıl onlar tutuyor balığı. Bize de sadece bu küçük balıklar kalıyor," diyor.
Baran'a ne yaparsam yapayım aldığım balığı kabul etmiyor. Alması için daha çok sohbet ediyoruz, bana bir gün kendisinin de balıkçı olacağından bahsediyor, böyle kocaman kocaman gemilerde balık tutacak Baran. Sonra onların hepsini eve götürecek, alın diyecek evdekilere, alın da patlayana kadar yeyin, alın da çatlayana kadar yeyin, hem yağları da olacak her zaman. Küçük kardeşi bayram yapacak evde. Oynayacak, zıplayacak, kahkahalar atacak. Baran hepsini anlatıyor bana, o geminin adı bile olacak. Okuma yazma bilmiyor Baran ama olacak o da olacak. Birine yazdıracak, gel yaz diyecek. Küçük kardeşinin adını yazdıracak gemiye, sonra gelsin bakalım kocaman kocaman balıklar.Of!
Tamam işte diyorum Baran'a. O gün sen de bana balık verirsin olmaz mı? Ödeşiriz. Gülüyor. Gözümün içine bakarak gülüyor. Zar zor kabul ediyor balığı, eyvallah diyorum. Ben hep buradayım diyor, tamam gelirsem görüşürüz diyorum. Gülüyor Baran.
Baran 8 yaşında bir çocuk. Kimliği bile yok. Hayalleri var ama... Kocaman kocaman balıkları var sonra, tutulmayı bekleyen.