Toplum üzerine düşünüp duruyorum son günlerde...
Toplumun herkesten bir beklentisi vardır. Eğer erkekseniz, önce okuyup meslek sahibi olmanızı bekler toplum sizden, mezun olduğunuzda askere gitmenizi, askerden döndüğünüz zaman evlenmenizi, evlenince çocuk sahibi olmanızı, çocuk sahibi olunca çocuğunuzu okula göndermenizi, sonra emekli maaşınızı beklerken geberip gitmenizi....
Tüm beklentisi budur toplumun sizden. Toplum sizden asla büyük bir insan olmanızı beklemez. Adınızı tarihe yazdırmanızı, çok büyük başarılara imza atmanızı beklemediği gibi... Toplumun insan algısı budur. Onun için normal insan askere giden, etliye sütlüye karışmayan, evlenip çocuk sahibi olan ve en büyük arzusu emekli olmayı arzu eden bir insan tipidir. Şöyle bir bakın, büyük işlere imza atmış insanlara, bu toplumla iş yapmışlardır ama bu topluma aslında çok da benzemezler. Bir aykırı olan yanları vardır zira onların. Onlar kendilerinden beklenen kalıba sığmadıkları için onları başarmışlardır aslında.
Bu toplumda hepimizin bildiği gerçekler vardır. Hiçbir zaman o gerçekler yüksek sesle dillendirilmez. Bal gibi biliriz ama o gerçeği, içimizde yaşarız iliklerimize kadar. Misal bu ülkede hiçbir zaman zengin bir semtten şehit cenazesi kalkmaz, her daim orta sınıf ve düşük gelirli aileye mensup insanların çocukları ölür askerde. Onlar halktır çünkü onların çocukları ölünce iki üç taziye mesajı yayımlanır. Ateş düştüğü yeri yakar. Bu kadar.
İliklerimize kadar bataklığın içerisine batmışız haberimiz yok. Savaş çığırtkanlığımız içerisinde her gün boğuluyoruz, yaşamanın değil ölümün kutsallaştırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. İnsanlar ölmesin deyince de bakıyorlar öylece sizin gözünüze...
Gazetelerinizin küçüçük köşelerinden geçtiğiniz insanlar neden öldü? Bu ülkede bir insanın hayatı ne kadar?
Kaç taksit yapıyorsunuz insan hayatına?