Hayat alışkanlıklarımız üzerine kurulu. Bu alışkanlıklarımız bizi bir süre sonra yaşam içerisinde bazı ön yargılara götürebiliyor.
Farkında olsak da olmasak da bir süre sonra hayatımız tamamen alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdan ibaret oluyor. Bu da bizi bencilleştiriyor. Bu bencillik bir süre sonra empati yoksunluğuna kadar varabiliyor. Hayatın sadece kendimizden ibaret olduğu yanlışına sürükleyebiliyor. Bize benzemeyen her insanı potansiyel bir tehlike olarak görmemize yol açabiliyor. Oysa hayat sadece bizden ibaret değil; hayatın içerisinde birçok farklılıklar var. Bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi giyinmeyen, bizim gibi içmeyen, bize hiçbir şekilde benzemeyen insanlar da var bu hayatta. Bu insanların sayısı her zaman da bizim sayımızdan çok daha fazla. O insanlar ne potansiyel bir tehlike arz ediyor ne de yanlış bir hayatı yaşıyorlar. Herkes kendisi için en doğru hayatı yaşıyor. Bize göre doğru olan bir şey, başkası için çok yanlış olabilir, keza aynı şekilde bizim için çok yanlış olan bir şey de başkası için çok doğru olabilir. Bir şeyin doğru ya da yanlış olması kişiden kişiye göre değişebilir vesselam. Lakin gerçek farklıdır. Gerçek bir hayatı kimin yaşadığını asla bilemeyiz. Bizim doğrumuz bizim için gerçeklik arz ettiği için o yaşamı sürdürürüz ya peki doğru dediğimiz hayat gerçek değilse? Tamamen yalanlar üzerine bir hayat inşa etmişsek kendimize? Yalanlar üzerine inşa edilmiş bir hayat yaşanmaya değer bir hayat mıdır?
Soruları arttırabiliriz. Burada asıl bilmemiz gereken nokta şu: Eğer yaşadığın hayatın, inandığın şeylerin ve hayata baktığın pencerenin "herkes için en doğrusu," olduğuna inanıyorsan tipik bir kaybedensin. Hayatın boyunca her daim kaybetmeye mahkum bir hayatı yaşarsın. Sana benzemeyen insanlara bu yüzden saygı duymak zorundasın. Bu karşındaki insana sunduğun bir lüks değil aksine kendine duyduğun saygının bir göstergesi. Kendin olmanın bir gereği, kendini gerçekleştirmenin ön koşulu.
Aksi takdirde yaşayacağın hayat yaşanmaya değmez bir hayat olacaktır.