31 Temmuz 2012 Salı

ÇOCUKLAR AÇ UYUMASIN

 Türkiye'de binlerce çocuk gece yatağına aç giriyor. Yeterli beslenmeden yoksun bırakılan binlerce çocuk çikolatanın tadını bile bilmiyor. Bu bir Türkiye gerçeği...Bizler bu gerçeği dillendirmezsek sorun çözülecek değil, sorunlarımızı hasır altı ederek bir şeyleri çözemeyeceğimiz de ortada. Bu ülkede çöplüklerden topladıklarıyla beslenenen insanlar var. Somali aslında bize uzak bir ülke değil...Aslında şöyle gerçekten bakacak olursa dört bir yanımızda "Somali" var.

 Yer Adana'nın ilçesi Yüreğir. Bir kadın...Bir anne... "Komşusu açken tok yatan biz değildir" anlayışının en yoğun olarak yaşanması gereken Ramazan ayında, akşam ezanı okunurken 3 çocuğuyla yiyecek bir şeyler arıyor çöplükte. Bu kadın Türkiye'nin en büyük 5. ili olduğu söylenen bir ilin neredeyse merkezinde yaşanıyor. Dolabı bomboş, kıt kanaat yaşama tutunmaya çalışıyor çocuklaryla...

 Bu ülkede insanlar hâlâ devlet hastaneleri kuyruğunda sırada bekliyor. Sosyal güvenceden yoksun bırakılan, iyi beslenemeyen, yalnızlaştırılan, yoksullaştırılan, neresinden bakarsanız bakın kaderine terkedilen insanlar... Ve bu insanlar fakirlikten beslenen insanlar oldukça da olmaya devam edecektir.

Son zamanlarda özellikle sosyal sorumluluk üstlenen"ilkeli" haberleriyle Yüksel Evsen'i ayrıca kutlamak gerek. Evsen bu haberciliğiyle hayatın içinden bir kesit sunuyor bize. Bu kesitte bir "Türkiye gerçeği" var. Siyasetçilerin sadece seçim dönemlerinde vatandaşların kapısını çalmasının olağan olduğu bir ülkede, yardımlaşma ruhunun, dayanışmanın en yoğun şekilde olması gereken bu günlerde bir medya dersi daha da önemlisi bir insanlık dersi veriyor Evsen.

Velhasıl-ı kelam usta yazar YAŞAR KEMAL'in dediği gibi: "Yoksulluğun düşmanı olmalıyız". Eğer bir ülkede bir tane çocuk gece yatağına aç giriyorsa kimse o ülkenin gelişmekte olan bir ülke olduğunu söyleyemez. Yardım etmek için bir "SOMALİ" arıyorsak o Somali'yi yurdun her yerinde bulabiliriz. Yeter ki yardım edelim. Yeter ki bir çocuk gece aç uyumasın isteyelim.

ilgili video


30 Temmuz 2012 Pazartesi


27 Temmuz 2012 Cuma

2012 Londra Olimpiyatları

2012 Londra yaz olimpiyatları başladı. 15 gün sürecek olan bu devasa organizasyon için Dünya'nın gözü Londra'da... Binlerce sporcunun ter döküp altın madalya almak için yarışacağı olimpiyat oyunları spor severler içinde bulunmaz bir fırsat.

Olimpiyatlar sporun barış ve kardeşlik mesajları içerisinde yapıldığı organizasyonlardır.  2012 Londra olimpiyat oyunlarında yarışacak olan Yunan üç atlama yarışmacısı bunu anlamamış olacak ki sosyal paylaşım sitesinde geçen günlerde yaptığı ırkçı yorum sebebiyle oyunların dışına itildi. Voula Papachristou gibi ırkçı bir beynin olimpiyatlarda olmaması oyunun ruhunu ortaya koyan güzel bir davranış. Bu bağlamda sporun "barış, kardeşlik" mesajları içerisinde gerçekleşmesi için Londra olimiyatları umarım insanlara iyi bir  anımsatıcı etkinlik olur. 





Her zaman "daha hızlı, daha yüksek, daha ileri"  olmayı arzu eden sporcuların arz-ı endam eylediği bu olimpiyatlarda benim de sonucunu merakla beklediklerim:

Usain Bolt: Kuşkusuz bu olimpiyatların en merak edilen ismi. Kendi ülkesi Jamaika'da turist sayısını dudak uçuklatan rekorlarıyla büyük bir oranda arttıran bu jet adam kendi rekorunu kıracak mı hep beraber izleyeceğiz. Usain Bolt'un yer alacağı tüm yarışları dört gözle bekliyorum.

Michael Phelps: En son Pekin olimpiyatlarında aldığı 8 altın madalya ile dudak ısırtan Phelps bu sene 7 dalda yarışıyor. Olimpiyat tarihinde en çok altın madalya alan sporcu unvanına çok yakın.

Nevin Yanıt: 100 metre kadınlar engelli yarışmasında onu merakla izleyeceğim. Nevin'den bir altın madalya hatta bir rekor bekliyorum.

Erkek futbol: Dünyanın en çok ilgi gören sporcu olan "futbol" olimpiyatlarda genelde pek ilgi çekmez. Bu olimpiyatlarda ben takımların kadroları sebebiyle bu tabunun kırılacağını düşünüyorum. İspanya-Brezilya  final oynar gibime geliyor.

Erkek Basketbol: Amerika Birleşik Devletleri bir sürpriz yapmazsa eğer gene bu olimpiyatlarda da birinci olacaklardır. Olamazlarsa diğer favori İspanya'nın olacağını düşünüyorum. Benim takımım ise mavi Arjantin. 

Filenin sultanları: Kadın voleybol milli takımımız bu yıl benim favorilerim arasında. Türk voleybolu gerçekten büyük bir ivme kazanmış durumda. Takım olarak da çok hazır olduklarını motivasyonlarının üst derecede olduğunu düşünüyorum.

Potanın perileri: Özellikle bu yıl Avrupa şampiyonasında final oynayan Kayseri Kaski ile kadın voleybolcularımız  voleybol alanında neler yapabileceğini gösterdiler. İstenilen oyunumuzu ortaya koyabilirsek bir başarıya imza atabileceğimizi düşünüyorum. (Angola karşısında aldığımız galibiyet turnuvaya alışmamız açısından güzel oldu.)

Rıza Kayaalp: Güreşcimiz 120 Kg'da Rıza Kayaalp ne yapacak çok merak ediyorum. Boğa çıksın karşıma yerle bir ederim diyen bir pehlivan Rıza...Dünya şampiyonu...


15 gün boyunca spor dolu keyifli günler dilerim...

22 Temmuz 2012 Pazar

Bazen insan


Otogarlar hüznün adresidir.
Şehirlerarası otobüs yolculuğumun durağıydı o hüznün adresi benim. Kendi halimde “mola 20 dakikadır”  uyarısına sadık kalmak için otobüsün dibinde bekliyordum öylece.  Yaktım bir sigara, etrafa bakarken bizim otobüsün yanında duran komşu otobüsün arkasında bir ağlama sesi duydum.  Meraktan çatlamamak için oraya doğru yürümeye başladım, bir çift konuşuyordu,  volta atmaya başladım, sanki onları dinlemiyormuşum gibi bir tavır takındım…
Kadın o kadar çok hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ki:
-          Bir daha birbirimizi asla görmeyecek miyiz şimdi? diye sordu. Adam “erkek” olmanın kendisine verdiği ağırlıkla kadına sus işareti yaptı. Etrafa baktı. Kadının sorusuna da hayır anlamında kafa salladı.
Kadın bunun üzerine daha çok gözyaşı dökmeye başladı.  Adam gergin bir hâl içerisindeydi. Sürekli saatine bakıyor,  kendisini ağlamamak için zor tutuyordu sanki.
Kadın: Bana gitme de, yalvarırım gitme de bana yırtıp atayım şu bileti. Alayım bavulumu, kalırım, sonsuza dek yanında kalırım, yeter ki gitme de!  Bir inat uğruna…
Kadın sözünü tamamlayamadan.
Erkek: Sen gidecen ya, canımın yarısı da bu otobüsle birlikte gidecek. Ama gitmek zorundasın işte. Sen de ben de biliyoruz ki gitmek zorundasın. Git! dedi ve daha fazla dayanamadan gözünü silmeye başladı.
Kadın bunun üzerine daha çok ağlamaya başladı. Muavin, idam kararını veren bir yargıç gibi “Herkes  otobüse, Kastamonu yolcusu kalmasın!” diye bağırdığında birbirlerine öyle bir sarıldılar ki… Tüylerim diken diken oldu. Gidip salak mısınız,madem seviyorsunuz, neden ayrılıyorsunuz?  Diyecektim ama bu gücü bulamadım kendimde…
Çünkü biliyorum ki insan bazen gerçekten de gitmek ya da gidene el sallamak zorundadır. Gözü yaşlı olsa da… Ne olursa olsun bazen hayat bizi bir şeylere zorlar.
Adam el salladı. Otobüsün açısı kaybolana dek baktılar birbirlerine son kez …Adam cebinden çıkardığı mendil ile gözünün yaşını sildi. Şehrin kalabalığına karışmak üzere yürüdü. Kadın biletini yırtamadı…
Gitti.

                                                               

16 Temmuz 2012 Pazartesi

ANDRES ESCOBAR


 İzlediğiniz gol belki de bir futbol karşılaşmasında vuku bulan en hüzünlü gol. Golü atan futbolun centilmeni  yani el capellero futbol … Kolombiyalı uyuşturucu kartellerinin gölgesinde olan Kolombiya milli takım oyuncusu  Escobar 1994 Dünya kupasında ABD- KOLOMBİYA maçında kendi kalesine gol attığı için arkasından kalleşce vurularak öldürülür. Escobar ölümüne sebebiyet veren golden once Milan’dan teklif almış belki de dünya’nın en iyi defans oyuncudur…Hayatında kendi kalesine attığı tek gol sonucu başına böyle üzücü bir gelen Escobar Dünya’da bir simge halini alır bir süre sonra.  




"Futbol asla sadece futbol değildir" sözüne cuk oturan bir olay bu. Escobar öldü ama şu bir gerçek ki 27 yaşında henüz hayatının baharında, futbolu çirkinleştirmek isteyenlere karşı bir duruş olarak ismi hep yaşayacak. Futbol tüm o çirkinlik bozuntulara karşı hala bir güzel oyunsa bu da attığı golden sonra "hayat devam ediyor" açıklaması yapan Escobar'lar yüzündendir..



Adana Demirspor formamın arkasına ismini yazdırmak istiyorum en kısa zamanda "ANDRES ESCOBAR" diye. Hayat devam ediyor Escobar ve biz hala futbolun güzelliğini seviyoruz... Futbolun güzel bir "oyun" olduğuna inanıyoruz.  

Unutulmayacaksın güzel insan.



14 Temmuz 2012 Cumartesi

İŞSİZLİK SALGINI ADANA'DA

Bu ülkenin en büyük sorununun insanların mesleğini sevmemesi ve mesleki eğitimin insanlara yeterli düzeyde verilmemesi ya da hiç verilmemesi olduğunu düşünüyorum. Evet, bütün sorunumuz bu! Diğer bütün sorunlarımızın ana sebebi olan sorun bu, her şeyin sebebi bu...Başka bir şey değil.

Dünya'nın neredeyse en verimli toprakları üzerinde yaşıyoruz. İklim, su, toprak ve ulaşım yönünden bir sıkıntısı olmayan bir coğrafyadayız. Bu bu ülke için bir zenginliktir; lakin bir zamanlar tarımın başkenti, tarımın büyük lokomotifi  Adana kendi gettosunu yarattı artık, bu getto ve varoş yığınları içerisinde nerede bir sorun görsem altında mesleksiz bir insan çıkıyor. Adana şu an yapılan araştırmalara göre Türkiye'de en çok işsizliğin olduğu il konumunda...Şehrin tüm kahvehaneleri tıklım tıklım işsiz insanlarla dolu. Tüm bunlara rağmen şehre yapılan niteliksiz göçün önüne geçilebilmiş değil. Göç gibi ciddi bir olayın işsizliği tetiklediği bir gerçektir. Bu gerçeğe rağmen neden hâlâ bu şehir göç alıyor, bunun önüne neden geçilemiyor anlamış değilim.


Hani bazen izlediğimiz filmlerden çok etkileniriz, oyuncu kendisine verilen rolü öyle bir oynar ki ağzımız açık izleriz. O sahne "sahne" değil gerçek olur bir süre sonra bizim için; zihnimize kazınır. Sonu gelmeyen sinema sohbetlerinde anlatır dururuz ya...

Bugün yaşadığım sahne gerçekti ama ilk defa durum ben de biraz ters oldu. Gerçek olan bir sahnenin rol olabileceğini düşündüm zira anlatılanlar daha doğrusu duyduklarım sanki bir senaryo gibiydi, bir tiyatro oyuncusunun ezber çalışması gibi bir şeydi...

20'li yaşlarda bir genç o kadar büyük bir iç çekişle başladı ki anlatmaya... 1 yıl önce çok yakın bir akrabasının yanında işe başlamıştı. Haftalık 40 TL'ye çalıştığı işinden çıkmıştı o akrabası için;

- Köpek miyim lan ben? Köpek gibi çalışıyorum haftalık 20 Tl'ye, neyim ben? İnan Hakan insanlığımı unuttum. Kendimi bir köpek gibi hissediyorum, L.'nin (patronu) teks adında bir köpeği var, ona benden daha çok harcama yapıyordur...İnsanlığa, onura, ahlaka sığar mı bu? Ayıp değil de nedir gördüğüm bu çile?

20 yaşında hayatının baharında bir genç... Çalışmak istiyor ama iş yok. Evet iş yok, deli gibi iş arıyor her gün ama bulamıyor. Lise terk. Bir mesleği yok. Bugün bana kurduğu cümlelerin arasında: Hayattan soğudum, ölmek istiyorum, canımdan bezdim tarzında cümleler sıkça vardı. Kendisini teselli edemedim. Bir şeyler demek istedim, sadece yutkundu.

İnsanlar işsiz. Gencecik insanların tutunacakları, enerjilerini verebilecekleri bir şeyleri yok. Bu beyinlerin birçoğu, kendilerini bir süre sonra uyuşturucu bataklarında buluyorlar. Sıradan basit bir sosyolojik tespit değil bu...Bir gerçek.

 Toplum olarak bizler bu insanlar neden bu hâldeler diye gerçekten düşünüyor muyuz? Bu insanlar neden mi sonuç mu? Bu insanlar neyin diyetini hayatlarıyla ödüyor? Bu soruların cevabını aramamız gerek.

 İşsizlik iğrenç bir hastalıktır. Kanser gibi...Koskoca fabrikalar bomboş bu şehirde.Hastalık gün geçtikçe salgın bir hastalık gibi her yere yayılıyor. Bu sorunun gerek sosyolojik gerek psikolojik olarak şehre büyük bir  tahribatı söz konusudur. Bundan mütevellit Adana "sosyolojik" bir patlamaya doğru gitmektedir. Bunlar ciddi anlamda incelenmeli, çözüm önerileri geliştirilmeli ve projeler oluşturulmalıdır. 

Sorunu bu işsiz insanların üzerine atmak bence bir kolaycılıktır.  Bu insanların sesini duyan hiç kimse yok. Kendi kaderlerine terkedilmiş durumdalar. Tüm bunların sebebi ise ellerinde tutunacakları bir mesleğin olmaması. Bu gerçekle toplum olarak artık yüzleşmeliyiz. Siyasetçilerimizi "gerçek" projelere teşvik etmeliyiz.

Velhasıl-ı kelam 21. YY'da Adana'da işsizlik rekoru kırılmış, şehrin tüm büyük fabrikaları kapatılmış, tarım bitirilmiş, insanlar kaderlerine terkedilmiştir. Yazın bir kenara. Tarihe kısa bir not düşmek istedim.

Şimdi hep beraber magazin programları başlamadan önce ne kadar çok kalkındığımızdan falan bahsedebilirsiniz. Size bu yakışır. Canlarım benim.