30 Nisan 2012 Pazartesi

Futbol Sektörü

 3 Temmuz 2011 tarihinde bu ülke çok farklı bir sabaha uyandı. Şike operasyonu kapsamında yapılan gözaltılar insanların bir süredir düşündüğü ama dillendiremediği bir gerçeğe işaret ediyordu. Sürecin gelişimi sırasında vardı biraz umudumuz, bir şeylerin düzelebileceğine olan inancımız, şimdi bakıyorum da ne kadar safmışız.


 Hangi takımı tuttuğunuzun bir önemi yok, Türk futbolu endüstriyelleşen futbol karşısında şike ve bahis mafyalarının, reklam sektörünün kurbanı olmuştur. Bugün Tff tarafından yapılan açıklama da bunun sosudur. Başka bir şey değildir.




Futbol geliştikçe futbolun bir parçası olan taraftarları kendi kültüründen uzaklaştırdı. Kulüp yöneticileri taraftara müşteri olarak bakmaya başlayınca bu büyük bir "sektör" olan futbol sektörünün tüm kılcal damarlarına yansıdı. Takıma gönülden bağlı olan taraftar, taraftar  değil de müşteriydi zira, takımı kazandıkça forma satın alan, evine kablo çeken biriydi. Tamamen dolar işaretiydi taraftar. Onun gönülden bağlı olduğu kulüp ile olan ilişkisi de tamamen maddi bir yöne çekildi. Stadlarda satılan biletler fahiş fiyatlarla satılmaya başlanıldı. Bu ülkede özellikle dar gelirli ailelere stadların kapası kapatıldı. Hayatında stada gitmemiş, avmlerden çıkmamış insanlardan bir futbol kültürü yaratılmaya çalışıldı suni gündemler yaratılarak.  Daha sonra deplasman yasaklarıyla, neresinden bakılırsa bakılsın kafkavari bir yöne çekildi futbolumuz.


 Şimdi bakıyorum da, mütemadiyen yapılan ve adına play off denilen sistemin sakat ürünü olan derbilerle taraftarlık duygusu şişirilerek, insan olduğu unutturulan, bol doz verilen holiganizm ve rekabet pohpohlanan bir nesil geliyor. Her türlü küfrü kendine mübah gören bu nesil ait olduğu takımın da müşterisinden başka bir şey değil.



 Bugün yapılan açıklamayla bu ülkede şike sonucu küme düşme cezasının kaldırılması da içinde bulunduğumuz komikliğin ve acziyetin dışavurumundan başka bir şey değildir. Bu kararla kamu vicdanı derin bir yara almıştır. Hukuk adına bir şeyler görmek isteyen insanlarda derin bir tiksinti duygusu oluşturmuştur.


 Norveç'in 3. liginde herhangi bir maçı izlerken daha çok zevk alıyorum artık sayenizde. Umarım içine girdiğiniz çirkef bataklıkta boğulursunuz. Adi insanlar.


Türk futbolunu reklam aralarında kaybettik biz.



Not: Maça girerken " Abi stada 1 biletle 2 kişi girelim mi?" diye soran varoş çocukları gördükçe mutlu olan ve yıllardır 2.lig de bulunan bir takımın taraftarıyım. Tüm bu yaşananlara baktıkça iyi ki bu rezil ligde değiliz diyorum. Adana Demirsporluyum.

25 Nisan 2012 Çarşamba

İHANETİN BAŞKENTİ: ADANA

 Türkiye'nin bir zamanlar en gelişmiş şehirlerinden biri olan Adana gün geçtikçe sosyal bir patlamaya doğru yol alıyor. Bir zamanlar Yaşar Kemal'in anlattığı bereketli topraklar üzerindeki Adana, bugün ne yazık ki TÜİK raporlarına göre Türkiye'nin  en çok işsiz bulunduran şehri olmuş durumda.

Tarım'ın bitirildiği, fabrikaların kapatıldığı Adana'nın içerisinde dolaştığınızda  tüm kahvehanelerin gencecik insanlarla dolu olduğunu görürsünüz. İş bulmak Adana gibi bir şehirde deve ile kirpinin evlenip yakınlarının mürrüvvet beklemesi gibi bir şey zira...Ekonomik anlamda, insanların bu kadar çok zor şartta yaşadığı başka bir şehir Türkiye'de var mıdır bilmiyorum açıkçası.

Adana'nın neredeyse bütün büyük fabrikaları kapatılmış, şehrin tüm istihdam kaynakları altüst edilmiş bir vaziyette şu an. Kapatılan fabrikalar bomboş bir şekilde adeta korku filmlerindeki boş binaları andırıyor dört bir yanda, öyle ki bu binalar boşaltıldıkları günden beri öylece kaderlerine terk edilmiş vaziyette, boyası dökülmüş solmuş duvarlarıyla dört bir yanda duruyorlar. Şehir sahipsiz bırakılmış, şehrin değerleri iğdiş edilmiş, ihanetin başkenti olmuş halde şu an Adana...


Adana tüm bunlar yetmezmiş gibi plansız bir şekilde göç almaya devam etmektedir. Özellikle Suriye'de vuku bulan ve "Arap Baharı" olarak da adlandırılan son olaylardan sonra Yüreğir ilçesindeki birçok semt Arapların yoğun göçüne maruz kalmış durumdadır. Şehir merkezindeki Çarşı'da size derdini anlatmaya çalışan bir Suriyeli ile karşılaşmanız o kadar doğal bir hal aldı ki son zamanlarda...Her taraf Suriyeli insanlarla dolu olmaya başladı. Ne yana baksam bir Suriyeli görüyorum.

 Eline kolunu sallayanın göç ettiği Adana'da sosyo ekonomik olanakların yetersiz olması da insanları suça itmekte bu da şehrin dokusuna, kültürüne zarar vermektedir. Göç gibi sosyolojik anlamda ciddi bir olayın, hiçbir şekilde incelenmeye tabi tutulmadan bu şekilde yapılması gelecekte yaşanabilecek daha büyük sorunlara gebedir.

 Adana'nın en büyük kulübü olan ve belki de bitmiş tükenmiş bir şehrin son efsanesi olan Adana Demirspor gibi güzide bir kulübü de yıllardır kaderine terk edilen fabrikalar gibi sahipsiz bırakılmıştır.7'den 70'e neredeyse tüm Adanalıların gönül verdiği bu güzide kulüp yıllardır 2.lig'dedir.

Velhasıl-ı kelam bir zamanların efsane şehri, insanların çalışmak için kilometrelerce öteden geldiği bereketli Çukurova toprakları, çok güzel park yapan (!) siyasetçileri sayesinde bugün ihanetin başkenti olarak adlandırılmaktadır.

Kaderine terk edilmiş bir vaziyettedir Adana. Sahipsizdir.

23 Nisan 2012 Pazartesi

Çocuk

Bu aralar nerede bir çocuk görsem aklıma "Şeker Portakalı" adlı romandaki Zeze geliyor.

Önce birkaç hafta önce Adanalı Aliş'in hikayesi içimi burktu. Gecenin bir saati, evinde ailesi tarafından şiddet gördüğü için evden kaçan Aliş, polisler tarafından sokakta bulunmuş ve devlet korumasına alınmıştı. Aliş'in yoğun fiziksel şiddete maruz kaldığı doktorlar tarafından raporlanmış ve bu ülkede hiç eksilmeyen çocuk şiddetini gündemimize tekrar sokmuştu. (http://www.haberakdeniz.com/iskence-goren-cocuk-polise-sigindi/)

Aşağıdaki video ise bu ülkede çocukların ne kadar yalnız olduğunu gösteren bir video:

Polislerin balık filesiyle kurtarmaya çalıştığı bu boğulan çocuk, Porsuk çayı gibi boyu 1.5 metreyi geçmeyecek bir suda ölüme doğru yol alıyor." Ayy yazık ya" diyerek video çekmekten başka bir işe yaramayan insanlar da öylece izliyor bu sahneyi. Sanki tiyatro'da oyuncunun ölmesini bekleyen bir seyirci gibi.

Alt tarafı bir porsuk çayında, Bermuda şeytan üçgeninde anafora maruz kalmış gibi çocuğu birde cüsselerine bakmadan balık tutar gibi kurtarmaya çalışıyorlar.

 Çocukların gün geçtikçe Zezeleştiği bir ülke burası. Yalnız ve acılarla dolu.

Bugün 23 Nisan

Hadi sevinin!..

17 Nisan 2012 Salı

ÇILDIRMAMAK İÇİN

 Yıllar önce bir görme engelliler okulunda, görme engelli bir çocuğa kitap okurken sohbet etmeye başlamıştık. Çocukla epeydir arkadaş olduğumuz için sohbetimiz de samimiyetimiz de artmıştı. Ona tıbben görmesinin belli bir oranda mümkün olacağını söyleseler ne yapardın diye sormuştum (böyle bir şey mümkün değildi, yıllar önce sormuştum, bugün çok aptalca bir soru olduğunu düşünüyorum sorumun). Çocuk gülümsemiş, böyle bir şeyi asla istemeyeceğini  söylediğinde ise çok şaşırmıştım.

Bunun neden olduğunu sorunca da, "15-16 yıldır görmüyorum, alıştım artık buna, bu saatten sonra görürsem kafayı yerim, çıldırırım" demişti. İlk başlarda anlatmaya çalıştığı şeyi tam anlamamıştım. Çoğu görme engellinin de böyle düşündüğünü söylemişti  dostum. Yıllar geçtikçe görme engelli o arkadaşımın ne demek istediğini aslında daha iyi anladım.

Hepimizin kendine göre bir hayatı var.  Hayat içerisinde kendimize kurduğumuz bir dünya var . Yaşadığımız topraklar üzerinde kurduğumuz bir yaşam biçimiz, algımız var. Bizi hayata bağlayan inandığımız şeyler var. Belki en doğru bir hayatı yaşamıyoruz lakin yaşadığımız dünyanın bizim için en doğru olduğu muhakkak. Tuttuğun takım senin için en iyi takımdır. Oy verdiğin parti bu ülkeyi hiçbir zaman aklamayacak sen de ben de bunu biliyoruz lakin senin için en iyisi o. İnandığın değerler bizi asla kurtarmayacak, dünya senin fikirlerinle hiçbir zaman güllük gülüstanlık bir yer olmayacak,  bunu hepimiz biliyoruz aslında bilinç altından; ama bunların hepsi yukarıda dostumun dediği gibi bizim kafayı yememek için ihtiyacı olduğumuz şeyler.

Görme engelli birinin gözlerini yıllar sonra açarsanız onu çıldırtabilirsiniz. Çünkü kendi beyninde kurduğu dünyayla, dış dünya arasında derin bir uçurum vardır. Onun gözlerini açmak bir noktadan sonra benliğini, kimliğini reddetmek gibi bir şey olacaktır.

 Kimsenin gözlerini açmayın. İnsanlar kendileri için, en güzelini ve en doğru olanını kurdukları dünya'da yaşıyorlar zaten. Bırakın bu ucuz kahramanlıkları...İnsanlara saygı duyun yeter.

8 Nisan 2012 Pazar

Narenciye Katliamı #GenBahcesiYokOlmasin

900 civarında farklı türde genin olduğu, Çukurova Üniversitesi bünyesindeki narenciye hazinesi bir tehdit altında. Bu özelliğiyle salt Türkiye'de değil Dünya'da da sayılı yerlerden, koca bir hazine olan bu yer; arsalaşma, plastikleşme, betonlaşma tehdidiyle karşı karşıya.

Ülke olarak her yanımızı saran betonlaşma tehdidi, hiçbir zenginliği tanımadığı gibi, daha önce Çukurova topraklarının hiç de yabancısı olmadığı "satılma" tehdidiyle karşı karşıya. Ağaç ve oksijen düşmanları kendi çıkarları için bu toprakların tüm zenginliklerini sömürme gayesi içerisindeler.

Ulan her yeri beton yaptınız, toprağa bile tecavüz ettiniz, ağaçları iğdiş ettiniz, hayvanları katlettiniz, bari  narenciyelere dokunmayın! Sizin o her yanımızı saran beton beyinlerinizden, estetikten "yoksun" kavrayışınızdan bıktık usandık. Ayağı toprağa basmayan bir nesil yarattınız, her şeye uzak kavanozda yaşayan salaklar doğurdu karılarınız. Salatalık, domates yerine plastik yemeye başladık sofralarımızda. Neden? Doğaya tecavüz ettiniz, gözünüzü bürüyen para sevdasıyla bir hamamböceği gibi yaşadınız tıkıldığınız evlerinizde.

Bu katliama sessiz kalmayın. Narenciyelerimize dokunmayın! 

7 Nisan 2012 Cumartesi

U-18 ADANA DEMİRSPOR

Bugün sıcak bir havada, Adana Demirspor- Denizli Belediyespor maçı öncesinde U-18'lerin Beşiktaş ile maçını izlemek için A.D tesislerine gittim. Maça, futbolcularımızın aileleri dışında taraftarlardan çok fazla gelen yoktu. A.D tesislerinin adının, Adana'daki K.E bulvarının adının "ÖZGÜRLÜK BULVARI" olarak değiştirilmesi gibi değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne bileyim, Muharrem Gülergin olabilir, Bekir Çınar olabilir, A.D yakışmıyor, sırıtıyor, bu takımın kültürüyle, bu takıma gönül veren insanların duruşuyla çelişiyor zira.

Maça U-18'lerimiz hızlı bir giriş yaptı. Bu hızlı girişe, Muhittin'in güzel golüyle iyi bir başlangıç yaptık. Özelikle şöyle söyleyeyim, defansta Cenk, orta sahada Cumhur ve Yusuf, forvette ise Muhittin çok çalışıyor. Muhittin fiziği ile yıllardır eksikliğini hissettiğimiz forvet hattı için müthiş bir isim olabilir. Topu ayağına her aldığında hepimizi heyecanlandırdı bu çocuk.  Kalecimiz de çok istekliydi. Tüm futbolcularımız, canını dişine katarak, heyecanla oynuyor vesselam.

Ben yerimde otururken bu armanın hakkını veren çocukları görünce, bir heyecana kapıldım. İçimden alkışlamak geldi bu güzel çocukları. Arma en çok bu çocuklara yakışıyor çünkü, bir çıkarları yok, savaşıyorlar, mücadele ediyorlar, her şeylerini sahaya yansıtıyorlar. Bunun sonucunda da açıkçası maç skorunun pek bir önemi olmuyor. İlk yarı 1-2 mağlup kapattığımız maçı, maç sonucunda ise 3-4 yenildik. Olsun, bu çocuklarda bu yürek olduktan sonra, bir önemi yok bunun.

Bu çocuklar büyüyecekler. Bu çocukların kesinlikle A takımda oynaması gerek. Kaçıncı ligde olduğumuzun pek bir önemi kalmıyor bu çocuklarla. Çünkü biliyoruz ki, şarkılarımızda "inanın çocuklar" dediğimiz çocuklar bu çocuklar, armanın değerini bilen, giydikleri formanın hakkını veren aslan gibi çocuklar. Yenildikleri zaman bile onurlarıyla yenilmesini bilen çocuklar. Her türlü alkışı hak eden, güzel çocuklar. Ben bu çocuklara "UMUDUN ÇOCUKLARI" diyorum.

Umudun çocukları mirası taşıyor, rahat olun...

5 Nisan 2012 Perşembe

Gazetecilik Bitiyor

 Bir meslek daha tarihin tozlu sayfalarına karışmaya hazırlanıyor: Gazetecilik.

 Sahi gazete okuyor musunuz? Ben şöyle çevreme bakıyorum, gazete bayiilerini dolaşıyorum, gazeteler satmıyor artık, bugün birçok yerel gazete Türkiye şartlarında varoluş mücadelesi veriyor. Okuyuculara mal olmuş gazeteler haricinde gazetelerin fazla bir okunurluğu yok. Çok zor şartlar içerisinde yayım yapmaya çalışıyorlar.

 Aslında geleceği öngörmek için öyle Nostradamus falan olmanıza gerek yok. Teknolojinin gelişmesi yeni sektörler yarattığı gibi bazı sektörlerin de yaşamına son verecek. Bu açıdan bakıldığı zaman, gazeteciliğe fazla bir ömür biçmek namümkün.

Günümüzde iletişim olanakları artmış durumda. Artık her şey çok hızlı gelişiyor. 1 saat önce ülke gündeminde olan bir konu 1 saat sonra önemsiz bir alt başlık olabilir. Haber gibi soğuk yendiğinde bünyede yan etkisi olan bir mevzu da, gazete gibi günlük çıkan bir yayım anlayışının bir geleceği olduğunu söylemek abes olur.

 Bu bloga günde gelen ziyaretçi sayısı birçok yerel gazetenin satış sayısından çok. Sosyal medya geleceğin gazetecilerini çıkaracaktır,  bu açıdan da blogların önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin; bir blog yazarı günde 1000 kişi tarafından okunurken, Türkiye'de 1000 kişi tarafından okunan bir köşe yazarı sayısı kaç tanedir?

Gazetecilik mesleği kim ne derse desin, tarihe karışacaktır. Elinin altında bilgisayarı, tableti, telefonu olan insanlara artık gazete okutamazsınız.

1 Nisan 2012 Pazar

OKAN BAYÜLGEN'E BİR ÖNERİM VAR

Gerçekten de çok ilginç bir zamandan geçiyoruz. Sosyal medya insanlara inanılmaz bir sosyal eşitlik sağladı. Normal hayatta hiçbir zaman karşılıklı geçip muhabbet etmeyecek insanlar, bugün adına sosyal medya denilen platform sayesinde saatlerce muhabbet edebiliyorlar. Bu hususta gelecekte sosyolojiye bir ton ekmek çıkacaktır. Binlerce makale, araştırma yapılacaktır.İnanılmaz bir değişim içerisindeyiz.

Radyo, Televizyon tarafından olan eski medya ise kendi dünyasında yaşıyor hala. Bugün birçok televizyoncu 10 yıl sonra kendisinin zerre  izlenmeyeceğinin farkında bile değil. E hal böyle olunca da sistem bir süre sonra bir erk yaratıyor. Hegomanya oluşturuyor. Bu da insanlara bir süre sonra anlamsız kurallar olarak geri dönüyor.

Medya içerisinde bir 10 yıl sonra bu ülkede kimsenin televizyon izlemeyeceğinin farkında olan bir adam var bu ülkede: Okan Bayülgen
.

Evet, yakında da bu adamın tv programı sadece FUCK dediği için, evet evet FUCK, aldığı cezadan mütevellit yayımlanamayacak. Şu işe fak ya!

 Okan Bayülgen'in sıkı bir blog takipçisi olduğunu, twitter'dan biliyorum, ona bir önerim olacak:

Geçen gün youtube'de eski videoları karıştırırken senin şu televizyon'da sigara içtiğin o meşhur "bitti" dediğin programı izledim, ne kadar da rahatsın öyle, elinde sigaran, "işte bu adam bu" dedim, senin içindeki öfkeyi anlayabiliyorum, emin ol içindeki bu öfke şu an yaşı
18-30 arasında olan binlerce insana ilham vermiş durumda, senin atacağın basit bir adım, twitter'da, sözlüklerdeki binlerce insanın hayatını değiştirecek belki.

Önerim şu: Ceza aldığın bu iki gün tv programını sosyal medya'da yayımlamayı düşünmez misin?

Bizi salak yerine koyan dıtlı yayınlardan ve saçma sapan şeylerden çok sıkıldık. Masal dinlemeyecek kadar da büyümüş çocuklarız biz,  radyo'ya el salladık, sırada televizyon var farkındayız.

Ne dersin Okan? Hem böylece, hep beraber birilerine ağız dolusu fucklasak program da fena olmaz hani?

Hakkaten, sence de artık bir sosyal medya devrimini yapmanın zamanı gelmedi mi?

Sormamız gereken asıl soru şu bence:

 Bunu sen yapmazsan kim yapacak?

#diskokraliniengelleyemezsiniz